رمز المنتج: sirac0068
الماركة: Siraç Yayınevi
Mantık ilmi; sarf, nahiv ve belagat ilimleri gibi maksuda ulaşmaya vesile olması yönüyle öğrenilmesi gerekli ilimlerden biridir. Özellikle de iki usul dalı olan Usûlü’d-Dîn ve Usûlü’l-Fıkh ile doğrudan irtibatlıdır.
Çünkü Usûlü’l-Fıkh eserlerinde, bâhusus müteahhir usûl âlimlerinin eserlerinde konular mantık örgüsü içinde işlenmiştir. Bu sebeple Mantık ilmi öğrenmeden bu kitaplardan gereği gibi istifade etmek pek mümkün görünmemektedir.
Kutbüddîn es-Safevî (ö. 955/1548) tarafından; allâme Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin (ö. 816/1413) Farsça olarak kaleme aldığı, daha sonra oğlu Nûruddîn Muhammed b. Ali el-Cürcânî’nin de (ö. 837/1434) ilaveler ekleyerek Arapça’ya tercüme ettiği el-Gurre isimli mantık risalesi üzerine kaleme alınan şerhtir.
Kutbüddin es-Safevî’nin Nûruddîn Muhammed el-Cürcânî’ye ait el-Gurre fi’l-Mantık isimli mantık risâlesi üzerine kaleme aldığı şerhtir.
Nûruddîn Muhammed’in el-Gurre fi’l-Mantık eseri; aslında babası Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin kendisi için yazdığı Farsça bir risaledir.
Seyyid Şerîf el-Cürcânî mantık ilmine dair iki tane risâle kaleme almıştır. Birincisine es-Suğrâ, ikincisine el-Kübrâ ismini vermiştir. Daha sonraları oğlu Nûruddîn Muhammed bazı faideli bilgiler ekleyerek her iki risâleyi de Arapça’ya tercüme etmiştir.
Bunun yanında babasının “es-Suğrâ” risâlesine “el-Gurre” ismini, “el-Kübrâ” risâlesine de “ed-Dürre” ismini vermiştir.
Genel muhteva ve taksimlere bakıldığında metin, Kâtibî’nin Şemsiyye isimli eserinin özeti mahiyetindedir. Şu kadar farkla ki Şemsiyye müellifi kitabını üç ana başlık altında ele almış, her başlığı fasıllara, fasılları da mebhaslere ayırmıştır.
Burada ise müellif her bir meseleyi ayrı bir fasılda ele almış ve risâle bir mukaddime ve otuz üç bölümden meydana gelmiştir.
Müellif, eserin mukaddimesinde insanı diğer canlılardan ayıran ma‘kûlatı idrak edip kavrama özelliğine temas etmiş ve bu özellik sayesinde bilgi edinmesinin mümkün olduğuna dikkat çekmiştir.
Devamında bilginin tasavvur ve tasdik olarak iki kısma ayrıldığını ifade ederek mantık açısından tasavvur ve tasdik kavramlarını ele almıştır.
İkinci bölümde tasavvur ve tasdikin kısımları olan nazarî ve zarurî bilgiyi, üçüncü ve dördüncü kısımda ise nazar ve fikir kavramlarını ele almıştır. Beşinci bölümde de delâlet ve elfâz bahislerinin mantık ilminde neden yer aldığını açıklamıştır.
Diğer bölümlerde sırasıyla mantık ilminin temel iki başlığından birincisi olan “Tasavvur”u, tasavvurun iki kısmından birincisi olan mebâdî niteliğindeki delâlet bahislerini, ardından ikinci kısmı olan mekâsıd niteliğindeki tarif (kavl-i şârih) ve kısımlarını ele almıştır.
Devamında mantık ilminin temel iki başlığından ikincisi olan “Tasdik”i, tasdikin iki kısmından birincisi olan kaziyyeleri, kaziyyelerin hamliyye ve şartiyye gibi kısımlarını ve onların da alt kısmı olan ‘ma‘dûle’, ‘muhassale’ ve ‘müveccehe’ gibi kısımlarını ele almış, ‘aks’, ‘tenâkuz’ gibi kaziyyelerin hükümlerini açıklamıştır.
Son olarak da “Tasdik”in ikinci kısmı olan kıyas ve çeşitlerini ele almıştır.
Müellif hicrî 900 yılında Hindistan’ın Gucerât eyaletinde dünyaya gelmiştir. Künye ve nisbesiyle beraber tam ismi; Ebü’l-Hayr Kutbüddîn Îsâ b. Muhammed b. Abdillah b. Muhammed el-Hasenî el-Hüseynî el-Îcî eş-Şâfiî es-Safevî es-Sûfî’dir.
İnsanlar katında daha çok Kutbüddîn Îsâ es-Safevî ve Seyyid Îsâ es-Safevî gibi isimleriyle anılmaktadır. Ayrıca isminden çok Safevî nisbesiyle maruf ve meşhurdur. Safevî nisbesi (anne tarafından) dedesi Safiyüddin el-Îcî’den dolayıdır.
İlim tahsiline vatanı olan Hindistan’da başlayan Kutbüddin es-Safevî, temel eğitimini babası Afîfüddîn el-Îcî’den almıştır.
Babasından sarf ve nahvin yanı sıra fıkıhtan Abdülkerim er-Râfiî’nin el-Muharrer’ini, mantıktan Seyyid Şerîf Cürcânî’ye ait olup, oğlu Nûruddîn Muhammed’in Arapça’ya tercüme ettiği el-Gurre ve ed-Dürre olarak isimlendirdiği er-Risâletü’s-Suğrâ ve er-Risâletü’s-Kübrâ metinlerini okumuştur.
Ayrıca Gucerât’ta Eş‘arî kelâmcısı Devvânî’nin talebesi Ebü’l-Fazl el-Kâzerûnî’den 6 yıl kadar ders almıştır. Ondan el-Muhtasaru’l-Müntehâ’yı Cürcânî haşiyesiyle birlikte el-Mutavvel’i, Tavâli‘u’l-Envâr şerhini ve Devvânî haşiyesiyle birlikte Tecrîd’i okumuştur. Daha sonra Delhi’ye giderek ilim tahsiline orada devam etmiştir.
İlim tahsilinden sonra Mekke’ye gitmiş orada birkaç sene kaldıktan sonra da Medine’ye geçmiştir. Medine’de Ahmed b. Mûsâ en-Nebtîtî’nin sohbetinde bulunmuş ve ondan hırka giymiştir.
Kutbüddin el-Îcî, hicrî 940 senesinde Haleb’e gitmiş, oradan bir müddet sonra Bâb-ı Âlî’ye geçmiştir. Bâb-ı Âlî’de Ebüssuûd Efendi (Hoca Çelebi) ile aralarında ilmi tartışmalar meydana gelmiştir.
Ayrıca zamanın sultanı Kanûnî Sultan Süleyman tarafından kendisine iltifat ve ikramlarda bulunulmuştur. 949 yılında ise tekrar Haleb’e dönmüştür.
Kutbüddin es-Safevî, ilmi seven ve son derece ilim sahiplerine saygı gösteren kişiliğinin yanı sıra sâlih insanları da sevmiş, onlara karşı saygıda kusur etmemiştir.
Gittiği şehirlerde evliya kabirlerini mutlaka ziyaret etmiş, gereken edebi de gözetmiştir. Hatta sadece kabirlerini ziyaret etmek için Bağdat’a giderek orada medfun bulunan velilerin kabirlerini ziyaret etmiştir.
Ömrünü ilme adayan Kutbüddin es-Safevî, 955 senesinde, diğer bir kayda göre 953 senesinde vefat etmiş, Mekke’de Abdullah b. Zübeyr’in asıldığı sadat-ı Sûfiyye’nin kabirlerinin bulunduğu yere defnedilmiştir.
Allah Teâlâ Rahmet Eylesin, Cennetiyle Cemâliyle Müşerref Kılsın Âmin.
Müellif Nûruddîn Muhammed ile ilgili tabakat ve terâcim kitaplarında yeterli bilgi mevcut değildir. Müellifin ismi; Nûruddîn Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ali el-Hüseynî el-Cürcânî’dir. Meşhur Arap dili, kelâm ve fıkıh âlimi Seyyid Şerîf Cürcânî’nin oğludur.
Müellif Rahimehüllâh Seyyid Şems el-Hanefî veya Şemseddin Hanefî olarak bilinmiş ve anılmıştır. İlim tahsilini babası Seyyid Şerîf’ten okumuş ve tamamlamıştır. Daha sonra babasının bazı haşiyeleri üzerine ta‘lîkât yaptığı da nakledilmiştir.
Ayrıca talebesi Şihâbüddin Arabşah, onun, Semerkand’a yerleştiğini ve orada müderrislik yaptığını kaydetmiştir. Kâtib Çelebi ve Ziriklî’nin belirttiğine göre 838 yılında Şiraz’da vefat etmiştir.
Allah Teâlâ Rahmet Etsin Mekanını Cennet Kılsın Âmin.
Kelam, fıkıh, hadis, tefsir, Arapça dili vb. birçok ilim sahasında mütebahhir olan Seyyid Şerîf Cürcânî Rahimehüllâh, 24 Şâban 740 (24 Şubat 1340) tarihinde İran’ın Cürcân şehrine bağlı Takü’de dünyaya gelmiştir. Peygamber Efendimiz Aleyhisselâm’ın soyundan olduğu için “Seyyid Şerîf” ismiyle tanınmış meşhûr olmuştur.
İlim tahsilini küçük yaşlarda kendi memleketinde başlamıştır. Arapça eğitiminden sonra Sekkâkî’nin Arapça grameri ve belâgatına dair meşhur olan “Miftâhu’l-‘Ulûm” adlı eseri ve şerhini bu şerhi kaleme alan Nureddin Tuvâsî’den okumuştur.
Daha sonra Sirâcüddîn Ömer el-Buheymânî’den “Keşf” adlı tefsîrini ve Keşşâf tefsîrinden bir bölümü okumuştur. Kutbüddîn-i Şîrâzî’nin kaleme aldığı Miftâh şerhini, oğlu Muslihuddîn b. Ebi’l-Hayr Ali’den okumuştur.
Cürcânî Rahimehüllâh başlıca ilimleri tahsil ettikten sonra aklî ilimleri öğrenmeye yönelmiş ve tahsilini devam ettirmek üzere Herat’a, Anadolu’ya ve Mısır’a seyahatlerde bulunmuştur.
Mantık ilmiyle alakalı olan “Şerhu’l-Metâlî‘” adlı eseri birçok hocadan dinleyerek yaklaşık 16 kez incemeler de bulunmuş, ancak tam hazmetmediğini anlamış; bu yüzden “Şerhu’l-Metâlî‘” ve “Şerhu’ş-Şemsiyye” adlı eserleri kaleme alan Kutbüddin er-Râzî et-Tahtânî’den bizzat okumak için Herat’a gitmiştir.
Kutbüddin er-Râzî yaşlı olmasına rağmen Seyyid Şerîf Cürcânî’nin azmini görmüş ve bir müddet ders okutmuştur. Fakat yaşlılığı sebebiyle daha öğretim faaliyetini sürdüremeyeceğini kendisine arz edip Mısır’da ikamet etmekte olan en meşhûr talebesi Mübârek Şah el-Mantıkî’ye gitmesini, ondan okumasını tavsiye etmiştir.
Yanı sıra bu meşhur talebesine mektup yazarak ona özel ilgi-alâka göstermesini kendisinden öğrendiği gibi bütün incelikleriyle mantık ilmini (Şerhu’l-Metâlî‘yi) okutmasını-öğretmesini emretmiştir.
Bunun üzerine Herat’tan ayrılan Seyyid Şerîf Rahimehüllâh, Mısır yolculuğu esnasında Anadolu’ya uğramış ve şöhretini duyduğu büyük âlim Cemâleddin Muhammed b. Muhammed Aksarâyî’nin talebesi olmak maksadıyla onun memleketine doğru yola koyulmuştur.
Yolda Aksarâyî Rahimehüllâh’ın Kazvinî’nin “el-Îzâh”ı üzerine yazmış olduğu “Şerhu’l-Îzâh”ını inceleme fırsatı bulmuş ve eseri başarısız görerek Aksarâyî’den istifade edemeyeceği kanaatine varmıştır. Fakat görüştüğü bazı kimselerden, onun öğretimde teliften daha başarılı olduğunu öğrenmiş ve yoluna devam etmiştir.
Aksaray’a vardığında, büyük âlim Aksarâyî’nin vefat ettiğini öğrenmiştir. Talebeleriyle tanışıp sohbet etmiş ve en meşhur talebesi Molla Fenârî ile birlikte Mısır’a gitmiştir. Mısır’a varınca Mübârek Şah’ı arayıp bulmuş halini arz etmiş ve hocasının mektubunu ona vermiştir.
Mübârek Şah hocasının mektubunu hürmetle alıp okumuş ve kendisini kabul edip okutacağını söylemiş ve okutmuştur.
Seyyid Şerîf Cürcânî yaklaşık 10 yıl Mısır’da kaldığı müddet zarfında Şeyh Bedreddin Simâvî, şair Ahmedî, hekim Hacı Paşa gibi arkadaşlarıyla birlikte aklî ilimleri Mübârek Şah’tan ve yanı sıra naklî ilimleri de Ekmeleddin el-Bâbertî’den okumuştur.
Bu arada Kutbüddin er-Râzî’nin “Şerhu Metâli‘i’l-Envâr”ına bir hâşiye yazmıştır.
Cürcânî Rahimehüllâh, Mısır’da aklî ve naklî ilimler hususunda tahsilini tamamladıktan sonra Anadolu’ya gelmiş, İstanbul ve Bursa’yı ziyaret edip tekrar ülkesine (İran’a) dönmüştür.
İran’a gelince Şîraz’da Sa‘deddin et-Teftâzânî onu ülkenin hükümdarı Şah Şücâ‘a takdim etmiş ve oradaki Dârü’ş-Şifâ Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir.
Bu medresede 10 yıl kaldığı zaman zarfında öğretim faaliyetleri yanında telif çalışmalarını da sürdürerek İran’da özellikle aklî ilimlerde büyük bir şöhret kazanmıştır.
Timur, Şîraz’a sahip olunca; Seyyid Şerîf’in ilmî ve kişilik sahibi, üstün şahsiyetli ve dirayetli büyük bir âlim olduğunu öğrenince ona son derece saygı-hürmet göstermiş, muhabbet beslemiş ve gözetmiştir.
Timur ilminden istifade etmek için (789/1387) tarihinde onu Semerkant’a davet etmiş ve istemediği halde onu Semerkant’a götürmüştür. Burada 18 yıl müddetle baş müderrislik yapmış ve bu müddet zarfında pek çok eser telif etmiştir.
Şunu da belirtelim ki; Timur, zapt ettiği-fethettiği İran, Irak, Suriye ve Anadolu gibi İslâm bölgelerinde yaşayan zamanın büyük seçkin âlimlerini Semerkant’a toplamıştır.
Özellikle bunların başında “Sa‘düddîn Teftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî” olmak üzere, pek değerli âlimler orada bir arada bulunmuştur.
Seyyid Şerîf Cürcânî, gitmiş olduğu Semerkant’ta öncelikle Mâverâünnehir âlimleriyle sonra da özellikle Teftâzânî ile ilmî münazaralarda bulunmuştur.
Bu münazaralarda başarı göstermiş hem Timur hem de meslektaşları nezdinde itibarını arttırmıştır.
Timur, iki sa‘deyn olan -Teftâzânî ve Cürcânî’-ye huzurunda münazaralar yaptırır Seyyid Şerifî çok sevdiğinden münazaraların sonunda; “Kabul edelim ki, ikisi de ilim-irfan (din ve marifet) bilgilerinde aynıdır.
O zaman Seyyid’in nesebi üstündür. Zira Resûlüllâh Aleyhisselâm’ın soyundandır” demiştir.
Seyyid Şerîf Cürcânî, 18 yıl Semerkant’ta kalmış Timur başta olmak üzere birçok kimseden çok ilgi, alâka, hürmet ve saygı görmüştür. Semerkant’ta kaldığı müddet zarfında çok hoca yetiştirmiş ve birçok değerli eser telif etmiştir.
Ayrıca Semerkant’ta Hâce Alâeddin Attâr Kaddesallâhü Sirrahû ile tanışmış ve Hâce’nin vasıtasıyla tasavvufa karşı ilgi duyarak Nakşibendiyye tarikatına girmiştir.
Medresede ders verdiği sıralarda Hâce’nin sohbetlerine devam etmiş ve kısa zamanda Hâce’nin teveccühlerini kazanarak kemale ermiştir.
Hâce’nin tavsiyesiyle en başta gelen talebesi Mevlânâ Nizâmeddin Hâmûş ile de dostluk kurmuş, onun tasavvufî sohbetlerine katılmış ve çok istifade etmiştir.
Cürcânî Rahimehüllâh, ilimdeki yüksek derecesine rağmen, asıl kemâlata, Hz. Hâce’nin sohbetiyle müşerref olduktan sonra, ondan feyz alarak kavuşmuştur. Bu hâlini şöyle ifâde etmiştir:
Hocam Alâeddin Attâr’ın sohbetine kavuşunca, Rabbimi tanıyabildim.
Cürcânî Rahimehüllâh, aklî ve naklî ilimler sahasında kaleme aldığı eserleriyle hem yaşadığı döneme damgasını vuran hem de sonraki yüzyıllarda bir otorite olarak etkisini devam ettiren çok yönlü âlimlerden bir tanesidir.
Başlıca ilgi alanı kelâm, Arap dili ve edebiyatı olan Cürcânî Rahimehüllâh, bununla beraber felsefe, mantık, astronomi, matematik, mezhepler tarihi, fıkıh, hadis, tefsir, tasavvuf gibi aklî ve naklî din ilimlerin hemen hepsinde telif, şerh ve hâşiye türünde eserler kaleme almış bundan dolayı “allâme” unvanını almıştır.
Son derece zeki, müdekkik, muhakkik, derin anlayışlı, fesahat ve belâgat sahibi, münazarada mahir bir âlimdir. Arap dili, ferâiz ve kelâmla ilgili eserleri, medreselerde okutulup günümüze kadar intikal ederek el kitabı haline gelmiş, kendisi de ilim erbabı arasında büyük bir itimat kazanarak otorite sayılmıştır.
Seyyid Şerîf Cürcânî’nin kaleme aldığı eserler yaşadığı asırda ve sonrasında öylesine etkili olmuştur ki onun için; “es-sened” otorite, “üstâzü’l-beşer” insanlığın hocası ve “el-aklü’l-hâdî aşer” on birinci akıl gibi lakaplar-sıfatlar kullanılmıştır.
Anadolu, İran, Türkistan ve Hindistan’da yetişen âlimlerin bir kısmının icazetnamesi ilmî silsile itibariyle Cürcânî’ye ve bir kısmının da Teftâzânî’ye bağlı olması bu iki âlimin ne kadar otorite sahibi olduklarını teyit etmekte ve ikisinin İslâm düşüncesi tarihinde önemli bir yer işgal ettiğini göstermektedir.
Her ikisi de islâm dünyasında yankı yapmış mümtaz âlimlerdir. Kendilerinden sonra uzun bir zaman âlimler Curcânî ve Teftâzânî taraftarları olarak ikiye bölünmüşlerdir. İslam tarihinde Müteahhirîn dönemi Teftâzânî ile başlatılmış ve Curcânî ile sürdürülmüştür.
Seyyid Şerîf’in eserlerinin çoğu şerh ve hâşiye niteliğinde olmasına rağmen islâm âlimleri bu eserleri diğer şerh ve hâşiyeler gibi teferruat saymak yerine asıl metinler kadar, hatta çoğunlukla onlardan daha önemli görmüştür.
Cürcânî Rahimehüllâh, felsefî kelâm hareketinin yaygın olduğu bir dönemde yetişmiş ve selefleri Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî ve Kâdî Beyzâvî gibi felsefenin tesiri altında kalmıştır. Kelâm sisteminde seleflerine nisbetle felsefeye daha fazla ağırlık vermiştir.
Nitekim kelâma dair en hacimli eseri olan Şerhu’l-Mevâkıf’ta felsefî konuların akaid konularından çok fazla yer tutması (kitabın üçte ikisi kadar) bunu açıkça göstermektedir.
Seyyid Şerîf Cürcânî Rahimehüllâh, Timur’un ölümünden (807/1405) sonra fitne ve kargaşanın hâkim olduğu Semerkant’tan ayrılarak Şîraz’a dönmüş ve ömrünün geri kalan kısmını burada ilmî faaliyetlerle geçirmiştir.
6 Rebîülâhir 816 (6 Temmuz 1413) tarihinde çarşamba günü Şîraz’da vefat etmiş ve Atîk Câmii civarındaki Vakıb Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Allah Teâlâ Rahmet Eylesin, Derecelerini Yüksek Kılsın. Âmin.