رمز المنتج: sirac0041
الماركة: Siraç Yayınevi
Tuhfetü’l-İhvân, Mustafa b. İbrahim el-Gelibolî tarafından; İmam Birgivî’nin “Avâmil” isimli ibtidâî nahiv kitabı üzerine kaleme alınan şerhtir. Bu güzide şerhle beraber Zeynîzâde Hüseyin Efendi’nin de “Avâmil” üzerine kaleme aldığı “Ta‘lîku’l-Fevâdıl ‘alâ İ‘râbi’l-‘Avâmil” ismindeki mu‘rib çalışması da ilave edilerek hazırlanmıştır.
İmam Birgivî’nin nahiv ile alakalı kaleme aldığı en veciz eseridir. Eserinde nahiv konularını (âmil, mâmül, i‘rab) güzel ve tertipli bir şekilde işlemiştir. Bu güzide eser, Birgivî’nin diğer nahiv ile alakalı olan İzhâr adlı eserinin bir özeti mahiyetinde olup konular aynı ana başlıklar altında ve aynı metotla ele alınmıştır. Şüphesiz Avâmil denilince ilk olarak akla Abdülkâhir Cürcânî ve İmam Birgivî’nin eserleri gelir. Zira Osmanlı medreselerinde asırlarca Birgivî’nin el-‘Avâmil’i ile Cürcânî’nin aynı adlı eseri okutulmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Bu iki büyük âlimin eserleri bu türün en yaygın iki kitabı olduğundan, Cürcânî’nin eserine el-‘Avâmilü’l-‘Atîk, Birgivî’nin eserine de el-‘Avâmilü’l-Cedîd denilmiştir. Abdülkâhir Cürcânî el-‘Avâmilü’l-Mi’e (Mi’etü ‘Âmil) eserinde âmilleri lafzî ve mânevî olmak üzere iki ana gruba böldükten sonra lafzî âmilleri kıyasî ve semâî diye ikiye ayırmış; -semâîler (13 nevi halinde) 91, -kıyasîler 7, -mânevîler 2 olmak üzere toplam 100 âmil olarak saymıştır. İmam Birgivî ise el-‘Avâmil eserinde üste yapılan taksimi 60 âmil, 30 mâmül, 10 amel (i‘rab, alâmet) şeklinde yaparak sayıyı 100’e tamamlamıştır. Eserin adı her ne kadar el-‘Avâmil ise de ihtiva ettiği konular sadece âmillerden ibaret olmayıp mâmüller ve i‘rab alâmetleri de ayrı ayrı başlıklar halinde incelenmiştir.
Osmanlı’nın güzide âlimlerinden Birgivî Rahimehüllâh, 10 Cemâziyelevvel 929 (27 Mart 1523) tarihinde Balıkesir’de doğmuştur. Asıl adı Takıyyüddin Mehmed olup Birgivî Mehmed Efendi diye şöhret bulmuştur. Ayrıca ilimdeki yüksekliğinden dolayı İmam Birgivî ismiyle meşhur olmuş, böyle anılmıştır. Babası Balıkesir’de hocalık-müderrislik yapan Pîr Ali adında âlim ve faziletli bir kişidir. Dedesi Balıkesir Kepsut’a bağlı Bektaşlar köyünden İskender Efendi’dir. Annesi ise Meryem Hanım’dır.
Birgili diye de bilinen ve çeşitli sahalarda eser veren büyük Türk âlimi Birgivî, ilk ilmi tahsiline babasının yanında başlamıştır. Kendisinden Arapça, mantık ve diğer bazı ilimleri okumuş ve bu arada Kur’ân hafızlığını da tamamlamıştır. Daha sonra İstanbul’a gitmiş Mahmutpaşa mahallesinde Küçük Şemseddin Efendi’den ders almıştır. Ardından Haseki Medresesi’ne girmiş; dönemin tanınmış âlimlerinden Ahîzâde Mehmed Efendi’nin ve Kızıl Molla lakabıyla tanınmış Abdurrahman Efendi’nin talebesi olmuştur. Buradan icâzet alarak müderrislik yapmaya hak kazanmıştır. İmam Birgivî icâzet aldıktan sonra Abdurrahman Efendi’nin yanına mülâzım olup ihtisasını tamamlamış ve bir müddet bazı medreselerde müderrislik yapmıştır. Hocası Abdurrahman Efendi’nin aracılığıyla (Kanûnî döneminde) Edirne kassâm-ı askerîsi olmuş ve bu görevi süresince ders okutmaya devam etmiştir. Ayrıca bu arada camilerde vaaz vermeye başlamış ve halkı Kur’ân ve Sünnet’e uymaya davet etmiştir. Zamanında kabirler üzerine türbe yapılması, bu yerlerde mum yakılması, ücret karşılığında Kur’ân okunması gibi bid‘atlere karşı çıkmıştır. Ayrıca bâtıl itikadlarla, kâdîlar arasında rüşvetin yaygınlaşması, zengin çocuklarına ücretle ilmî pâyeler verilmesi gibi meşrû olmayan uygulamalara karşı da son derece mücadele etmiştir. Ayrıca Birgivî Rahimehüllâh, İmam Züfer’in görüşüne ve örfe dayanarak para vakfetmenin cevazı hususunda fetva veren Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi ve Kadı Bilâlzâde’ye reddiye olarak -İnkâzü’l-Hâlikîn, -Îkâzü’n-Nâ’imîn ve İfhâmü’l-Kâsırîn ve es-Seyfü’s-Sârim adlı risâleleri kaleme almıştır. Şüphesiz bu mesele Osmanlı ulemâsı arasında tartışılmış ve hatta İmâm-ı A‘zam’ın talebeleri tarafından da farklı görüşler belirtmiştir. Buna binaen Ebüssuûd Efendi, bu konuda halk arasında fitneye yol açılmaması için Birgivî’ye nasihatte bulunmuş ve kendi fetvasına gerekçe olarak da hayır işlerinin kesilmesi endişesini dile getirmiştir. İmam Birgivî daha sonraları İstanbul’a gitmiş ve Bayramiyye tarikatı şeyhi Abdullah Karamânî’ye intisap ederek inzivaya çekilmiştir. Edirne’de kassâm-ı askerî (askerî sınıf mensubu kişilerin miraslarını vârisler arasında paylaştıran) iken aldığı paraları defter kayıtlarına göre geri vererek hak sahiplerinden helâllik almıştır. Ancak Abdullah Karamânî, müridi Birgivî’nin ders ve irşad faaliyetleri için geri dönmesini istemesi (tavsiyesi) üzerine, Sultan II. Selim’in hocası Birgili Atâullah Efendi’nin Birgi’de yaptırdığı medreseye müderris olarak tayin edilmiştir. Burada ilmî liyakati sebebiyle (kısa zaman içerisinde) tanınmış ve ders almak isteyen pek çok talebe ülkenin her tarafından buraya akın etmeye başlamıştır. Ömrünün geri kalanını Birgi’de tedrîs, telif ve irşad faaliyetleriyle geçirmiş olması sebebiyle Birgili ve Birgivî nisbesiyle meşhur olmuştur.
Fıkıhta Hanefî, itikadda Mâtürîdî olan Birgivî Rahimehüllâh, kişilik bakımından son derece dürüst, hakkı söylemekten çekinmeyen ve asla taviz vermeyen bir ilim adamıdır. Öyle ki hiçbir eserini herhangi bir devlet büyüğüne ithaf etmemiş, aksine yöneticilerde ve görevlilerde gördüğü kusurları tenkit etmiştir. Özellikle ehli olmayanlara ilmî ve idarî rütbeler verilmesine, kadılar, muhtesipler ve diğer görevlilerin rüşvet almalarına ve her türlü bid‘at ve hurafelere son derece karşı çıkmıştır. Ayrıca bazı haksız menfaatler elde ettiği, görevliler nezdinde nüfuz sağlayarak devlet işlerine karıştığı gerekçesiyle, Hâce-i Sultânî diye meşhur olan (II. Selim’in hocası) Atâullah Efendi’yi bile ikaz etmiştir. Birgivî, Osmanlılar döneminde yetişmiş seçkin bir âlim olmasının yanında dinî ve ahlâkî şahsiyeti bakımından da mükemmel bir insandır. Ömrünün sonlarına doğru Birgi’den İstanbul’a giderek Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’ya memleketteki adaletsizliklerle karşı mücadele etmesi için tavsiyelerde bulunmuştur. Yüce şahsiyetine bakıldığında onun ne kadar dürüst ve ne kadar cesaretli olduğu görülmektedir. Ayrıca Birgivî Rahimehüllâh, Bayramiyye tarikatına müntesip olmakla birlikte zamanında Sünnî esaslardan sapmış ve bid‘atler ihdas eden bazı tasavvuf erbabını da eleştirmekten geri durmamıştır. Öyle ki bazı mutasavvıfların bid‘at ve aşırılıklarını ortaya koyup tenkit etmek üzere el-Kavlü’l-Vasît Beyne’l-İfrât ve’t-Tefrît adlı risâle kaleme almıştır. Her ne kadar bu sebepten dolayı tasavvuf düşmanı olmakla itham edilmişse de bu iddialar yersiz görülmüştür. Nitekim Birgivî, et-Tarîkatü’l-Muhammediyye eserini telif ederken İmam Gazzâlî’nin İhyâ’ü ‘Ulûmi’d-Dîn eserinden çokça istifade etmiş olması onun Sünnî tasavvufa ne kadar bağlı olduğunu açık bir şekilde göstermiştir. Ayrıca ünlü mutasavvıf ve Birgivî’nin et-Tarîkatü’l-Muhammediyye eserinin şârihlerinden olan Abdülganî en-Nablusî, onun, Ehl-i Sünnet esaslarına bağlı tasavvuf büyüklerini değil de tasavvuf adına birçok bid‘at ve hurafe ortaya çıkaran sözde mutasavvıfları tenkit ettiğini belirtmiştir. Bunun yanında talebelerinden Akşehirli Hocazâde Abdünnasîr’ın kaleme aldığı ve meşhur Adalı (Kuşadalı Ahmed Efendi) tarafından da Tercüme-i Evrâd-ı Birgiviyye adıyla Türkçe’ye çevrilen, Birgivî’nin yirmi dört saatlik hayat kesitini anlatan risâlede; onun çok yoğun bir dinî ve tasavvufî hayat yaşadığı görülmektedir. Birgivî Rahimehüllâh, zamanındaki Osmanlı ulemâsı içinde sosyal gelişmeleri de yakından takip eden az sayıdaki münevverlerden biri olmakla beraber, et-Tarîkatü’l-Muhammediyye başta olmak üzere eserlerinin her devirde büyük ilgi görmesi, onun, ilmî dirayeti yanında dürüst, basiretli, cesur ve sosyal problemler karşısında sorumluluk duygusu taşıyan bir kişilik sahibi olduğunu yansıtmaktadır. Son söz olarak, ömrünün son yıllarında gözlerinden rahatsız olan imam Birgivî, çıktığı bir İstanbul seyahatinde vebaya yakalanmış, 981 yılı Cemâziyelevvel ayında (Eylül 1573 tarihinde) hicrî yıla göre 52 yaşında vefat etmiş ve cenazesi Birgi’ye getirilerek defnedilmiştir. Allah Teâlâ Rahmet Etsin, Sevdikleriyle Haşreylesin. ÂMİN.
Aklî ve naklî ilimlerde dirayet sahibi, velûd bir âlim olan Birgivî Rahimehüllâh, Arap dili grameri başta olmak üzere, ahlâk-tasavvuf, fıkıh, akaid, tefsir, kıraat, hadis gibi sahalarda çoğu Arapça, birkaçı da Türkçe olmak üzere altmışa yakın eser kaleme almıştır. Eserleri hem halk arasında itibar görmüş hem de medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Nadide eserlerinden bazıları şöyledir:
MUSTAFA B. İBRAHİM EL-GELİBOLÎ (ö. 1762/1176) Osmanlı devrinde yetişmiş güzide âlimlerden biri olan Mustafa b. İbrâhîm Çanakkale’nin Gelibolu ilçesinde dünyaya geldiği için Gelibolî (Gelibolulu) nisbesiyle anılmıştır. Yanı sıra Hanefî, Nakşibendî ve Türkî olarak da zikredilmiştir. Doğum tarihiyle alakalı kaynaklarda bir bilgi yoktur. Aynı şekilde şehit olduğu ve Çanakkale’nin Bayramiç kazasına bağlı Kutlu Oba köyüne defnedildiği kaynaklarda geçse de ölüm tarihiyle alakalı muhtelif tarihler zikredilmiştir. Gelibolulu Mustafa b. İbrâhîm ilim tahsilini İstanbul’da yapmış ardından Biga’ya yerleşmiştir. Biga’da hayatının sonuna dek medrese hocalığı yapmış, birçok talebe yetiştirmiş ve ayrıca birkaç eser telif etmiştir. Eserleri incelendiğinde kendisinin dil âlimi ve edebiyatçı olmasının yanı sıra hadis ilmi hususunda da bilgi sahibi olduğu görülmektedir. Eserleri şöyledir:
Ta‘lîku’l-Fevâdıl ‘alâ İ‘râbi’l-‘Avâmil; Zeynîzâde Hüseyin Efendi tarafından Birgivî’nin Avâmil’i üzerine kaleme alınan mu‘rib çalışmasıdır. Bu güzel çalışma Muʻribü’l-Avâmil ismiyle meşhur olup daha önce yazdığı Keşfü’l-İ’râb adlı eserinin muhtasarıdır. Zeynîzâde Hüseyin Efendi başlangıçta İmam Birgivî’nin Avâmil’i üzerine Keşfü’l-İ‘râb adlı eserini kaleme almıştır. Bu çalışması mu‘riblerinin ilkidir ve yazdığı ilk eseridir. 22 yaşındayken müsveddesini tamamlamış, 30 yaşında ise temize çekmiştir. Müellif Zeynîzâde, Muʻribü’l-Avâmil’in mukaddimesinde daha önce Avâmil’in iʻrâbını yaptığını, çok talep ve rağbet üzerine ihtisar edip Ta‘lîku’l-Fevâdıl ‘alâ İʻrâbi’l-Avâmil ismini verdiğini ifade etmiştir. Muʻribü’l-Avâmil olarak meşhur olan bu güzide eser, Birgivî’nin el-Avâmilü’l-Cedîd adlı kitabının kelime, terkîb ve cümlelerini iʻrâb bakımından inceleyip tahlil etmektedir. Avâmil kitabı, nahiv ilmini 100 maddede özetleyen muhtasar bir eser olup, âmil, mamûl ve iʻrâb bölümlerinden oluşmaktadır. Muʻribü’l-Avâmil’in tasnifi de aynı şekilde yapılmıştır.
Zeynîzâde Hüseyin Efendi Osmanlı medreselerinde okutulan nahiv klasiklerinden Avâmil, İzhâr ve Kâfiye eserlerine yazdığı mu‘rib çalışmalarıyla tanınan Arap dili âlimidir. Hayatı hakkında sınırlı bilgiler bulunan Zeynîzâde Hüseyin Efendi, 18. yüzyılın başlarında İzmir’in Tire ilçesinde doğmuştur. İsmi Hüseyin babasının ismi Ahmed’dir. Nitekim ilk telifi olan Keşfü’l-İ‘râb eserinde ismi hakkında, -Rabbinden iyilik ve fazlasını dileyen Zeynîzâde olarak meşhur Hüseyin b. Ahmed der ki- ifadesini zikretmiştir. Ayrıca daha sonra telif edeceği birçok eserin mukaddimesinde de benzer ibareyi kullanmıştır. Zeynîzâde’nin bizzat tashih ettiği Ta‘lîku’l-Fevâdıl (Muʻribü’l-Avâmil) nüshasında yer alan bir nota göre Zeynîzâde hocası Sobicevî (Sobucalı Mehmed Efendi)’nin kızıyla evlenmiştir.
Zeynîzâde Hüseyin Efendi’nin doğum tarihi kesin olmamakla birlikte, Keşfü’l-İ‘râb’ın kenarında eserin müsveddesini yazdığında 22 yaşında, temize çektiğinde ise 30 yaşında olduğunu ifade etmiştir. Ferağ kaydına göre eser Zilkade ayının (21-29) 1137 (31 Ağustos- 8 Eylül 1725) yılında tamamlanmıştır. Böyle olunca müellifin doğum tarihi için iki ihtimal söz konusudur. Eserin ferağ kaydındaki tarih, müsveddenin tamamlandığı tarihi gösteriyorsa müellif Zeynîzâde, h. 1115 (1703-04) yılında doğmuştur. Eğer 30 yaşında iken temize çektiği nüshayı gösteriyorsa Zeynîzâde, 1107 (1695-96) yılında doğmuş demektir. Zeynîzâde Hüseyin Efendi’nin künyesi gerek kendi eserlerinde gerekse diğer kaynaklarda -Zeynîzâde- şeklinde geçmektedir. Ayrıca bu künyenin nadir de olsa -Zeynîoğlu- şeklinde kullanıldığı da ifade edilmiştir. Müellifin, Zeynîzâde künyesini kullanmasının (meşhur olmasının) sebebi hakkında ne kendi eserlerinde ne de başka bir kaynakta bir bilgi mevcut değildir. Ancak manasına bakılarak babasının Zeynî tarikatına mensup olması itibariyle böyle künyelenmiş olabileceği söylenebilir. Zeynîzâde Rahimehüllâh’ın nisbeleri için kaynaklarda çeşitli nisbeler zikredilmiştir. Bunlar Tirevî, Güzelhisarî, Rumî, Bursevî gibi nisbeleridir. İzmir’in Tire ilçesinde doğduğu için Tirevî, Ömrünün çoğunu Güzelhisar’da geçirdiği için Güzelhisarî, Anadolu’da yaşadığı için Rûmî ve Bursalı Mehmed Tahir’in, onun için Bursalı olduğunu ifade eden Bursevî nisbesini kullanmasından ötürü de Bursevî nisbeleriyle anılmıştır.
Zeynîzâde’nin eğitimi hakkında da kaynaklarda yeterince bilgi mevcut değildir. Bununla beraber Zeynîzâde Hüseyin Efendi, İzmir’in Tire ilçesinde doğmuş ve ilk tahsilini burada yapmıştır. Daha sonra ilim tahsili için Aydın’ın Güzelhisar kasabasına yerleşmiştir. Buradaki öğrenim hayatına, Aydın’ın Koçarlı ilçesine üç kilometre mesafedeki Sobuca kasabasına giderek devam etmiştir. Zeynîzâde Hüseyin Efendi -hocamız, üstadımız, şeyhimiz- diye nitelediği Sobucalı Mehmed Efendi (Sobicevî)’den İmam Birgivî’nin İzhâr’ını ve Abdurrahman el-Câmî’nin Molla Câmi ismiyle meşhur el-Fevâidü’d-Ziyâiyye eserlerini okumuş ve kendisinden çok istifade etmiştir. Zeynîzâde’nin henüz gençken İbnü’l-Hâcib’in Kâfiye kitabını ezberlemekle uğraştığını ikrar etmesi ve yirmi iki yaşında iken müsveddesini tamamladığı Keşfü’l-İʻrâb adlı eserinde kullandığı kaynaklar onun çok zeki ve akıllı olduğunu ve oldukça iyi bir eğitim aldığını göstermiştir. Zeynîzâde Hüseyin Efendi’nin medreselerde okunan eserlere mu‘rib çalışmasında bulunması onun tedris faaliyetiyle uğraştığını/ müderrislik yaptığını göstermektedir. Ayrıca eserlerinin çokça istinsah edilmesi ve defalarca basılması, eserlerinin ilim talebeleri tarafından çok rağbet olunduğunu göstermektedir. İlmî kanaatlerini söylemekten çekinmeyen müellif Zeynîzâde, eserlerinde dönemin bazı müelliflerinin yanlışlarını ortaya koymuş ve hatta mu‘rib yazdığı kitapların müelliflerini de yer yer eleştirmiştir. Eserlerine bakıldığında kaynaklar arasında güzel muhakeme yapabilen Zeynîzâde, telif ettiği i‘rab kitapları için sadece nahiv kitaplarına müracaatla yetinmemiş, fıkıh, usûl-i fıkıh, tefsir ve i‘râbü’l-Kur’ân gibi kaynakları da göz önünde bulundurmuştur. Dönemin ilim erbabı, halk ve devlet ricali tarafından sevilen ve saygı gösterilen Zeynîzâde Rahimehüllâh, Aydın Valisi Râgıb Paşa’nın iltifat ve ihsanlarına mazhar olmuş ve son eseri el-Fevâ’idü’ş-Şâfiye’yi ona ithaf etmiştir. Aynı şekilde Anadolu Kazaskeri Mirzazâde Mehmed Said, Rumeli kazaskerlerinden Veliyyüddin Efendi ve Mehmed Akkirmânî’nin övgüsünü de kazanmıştır.
Öncelikle Zeynîzâde’nin vefatıyla ilgili farklı tarihler verilmiştir. Bursalı Mehmed Tahir, Zeynîzâde’nin vefat tarihinin 1167 (1754) senesi olduğunu belirtmiştir. Ancak bu vefat tarihi yanlıştır. Nitekim Zeynîzâde’nin 1168’de (1755) el-Fevâidü’ş-Şâfiye eserini tamamlaması ve bundan üç yıl sonra 1171’de (1758) bu çalışmasını tashih etmesi ve öte yandan hocası Sobicevî’nin İzhâr şerhi olan Fethu’l-Esrâr’a ait 1173 (1759) tarihli bir nüshada -Zeynîzâde merhumun hocası- kaydının yer alması onun bu iki tarih aralığında vefat ettiğini göstermektedir. Zeynîzâde vefat ettikten sonra Aydın Sobuca Mahallesi, Söbücekapısı Mezarlığı’na defnedilmiştir. Rab Teâlâ Ona Rahmet Etsin, Cennetiyle Müşerref Kılsın. Âmin