رمز المنتج: sirac0007
الماركة: Siraç Yayınevi
Fethu Ebvâbid-Dîn, Molla Ali el-Kârî’nin meşhur Ebü’n-Necîb Sühreverdî’nin Âdâbü’l-Mürîdîn adlı eserine özlü bir şekilde kaleme almış olduğu şerhtir. Bu güzide eserin tam ismi, Fethu Ebvâbid-Dîn fî Şerhi Âdâbi’l-Mürîdîn’dir. Sühreverdî Rahimehüllâh, Âdâbü’l-Mürîdîn’de müridlerin tarikat -tasavvuf- yolunda gözetmesi gereken inceliklerinden bahsetmektedir.
Âdâbü’l-Mürîdîn, meşhur sûfî, fakih ve muhaddis; Ebü’n-Necîb Sühreverdî’nin sûfî ve mürid olan kimselerin tasavvuf yolunda riayet etmeleri gereken hususlardan bahseden eseridir. Müridlerin Âdâbı (Âdâbü’l-Mürîdîn) eseri, isminden de anlaşılacağı gibi tasavvuf ehlinin sohbetinde bulunan ve bir mürşide bağlanan gönül ehli kimselerin manevi yürüyüş sırasında, seyr-i sülük yolunda dikkat etmeleri gereken âdâb ve erkândan bahsetmektedir. Aynı şekilde mürid, ve dervişlere tarikat ve tasavvuf yolunun inceliklerini öğretip yol göstermektedir. Ebü’n-Necîb Sühreverdî Rahimehüllâh’ın Âdâbü’l-Mürîdîn eseri, özelde müridlik âdâbı hakkında derli toplu bilgi vermesi ve (yeğeni) Şehâbeddin es-Sühreverdî’nin ‘Avârifü’l-Ma‘ârif’e kaynak teşkil etmesi bakımından tasavvuf tarihinde önemli bir konuma sahiptir. Bu güzide eser özetle şu meselelerden bahsetmektedir:
Tasavvuf yoluna girmiş ve Şeyh’in meclisinde bulunan gönül ehli kimselere -tasavvuf- yolunun inceliklerini öğreten; başta mürşid olan mümtaz zatlara karşı, sonrasında gönül ehli ihvan kimselere ve genel olarak da bütün yaratılmışlara karşı edebi-âdâbı talim edip yol gösteren eserler; Âdâbü’l-Mürîdîn, Edebü’l-Mürîd, Âdâbü’l-Mutasavvıfe, el-Vesâya, Tarîkatnâme şeklinde isimlenmişlerdir. Müstakil olarak Âdâbü’l-Mürîdîn ile alakalı eserler olduğu gibi, genel olarak tasavvuf ile alakalı olan ve içinde Müridlerin edepleri konularını da işleyen eserlerde vardır. Bu eserlerden bazıları şöyledir:
Sühreverdî Rahimehüllâh’ın Âdâbü’l-Mürîdîn eserinden önce -Müridlerin Gözetmesi Gereken Edepleri- konusunu da ele alan birçok kitap ve risâleler olmasına rağmen Sühreverdî Rahimehüllâh’ın eseri gibi derli toplu bir şekilde bu konu hakkında bilgi aktaran bir eser yoktur. Öncesinde kaleme alınan eserlerden bazıları şöyledir:
Sühreverdî Rahimehüllâh’ın Âdâbü’l-Mürîdîn eserinden önce (gönül ehli kimselere gereken âdâb ve erkan hakkında) kitap ve risâleler yazıldığı gibi aynı şekilde ondan sonra da her asırda eserler kaleme alınmıştır. Sonrasında kaleme alınan eserlerden bazıları şöyledir:
Âdâbü’l-Mürîdîn eserinin kaynakları üç tanedir; Kur’ân-ı Kerîm, Hadîs-i şerif ve Meşâyıh-ı kirâmın sözleri ve kitapları. Ebü’n-Necîb Sühreverdî Rahimehüllâh, mümkün mertebe her fasıldan önce âyet-i kerime ve hadîs-i şerif zikrederek başlamış sonrasında tasavvuf büyüklerinin konuyla ilgili sözlerini nakletmiştir. Sühreverdî Rahimehüllâh, bu güzel ve kavî menhecle sûfiyyenin amellerinin Kur’ân ve sünnete dayandığını göstermek istemiştir. Şeyh Rahimehüllâh, sahâbenin amelleri özellikle de Hulefâ-i Râşidîn’in ve tâbiîn’in büyüklerinin amellerini arz etmesi de bunu tekit etmektedir. Ayrıca Sühreverdî Rahimehüllâh eserinde, Hasan-ı Basrî, Bişr-i-Hâfî, Zünnûn el-Mısrî, Serî es-Sekatî, Ebû Hafs el-Haddâd, Sehl b. Abdullâh et-Tüsterî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Osmân el-Hîrî gibi meşhur birçok tasavvuf ehlinin sözlerine ve görüşlerine yer vermiştir. Ayrıca Sühreverdî Rahimehüllâh, meşâyıhın isimlerini zikretmeksizin de “Şeyh şöyle dedi”, “Meşâyıh’tan şöyle naklonuldu”, “Bazı meşâyıh şöyle dedi” gibi ifadeler kullanarak büyüklerin söz, fiil ve görüşlerini beyan etmiştir. Bu güzide eser Âdâbü’l-Mürîdîn bir mukaddime ve yirmi altı fasıldan oluşmaktadır. Şeyh Rahimehüllâh, hamdele ve salveleden sonra Sûfiyyenin itikâdî görüşlerini beyan etmiştir. O itikâdî meseleler şöyledir:
Sühreverdî Rahimehüllâh eserinde üsteki konuları işledikten sonra sûfiyyenin âdâbı, makamları, halleri vb. konulara dair fasıllara yer vermiştir. Fasıllarda özetle şu konular işlenmiştir:
Ebü’n-Necîb Sühreverdî, meşhur sûfî, fakih ve muhaddis bir zattır. 490 (1097) yılında İran’ın Cibâl bölgesindeki “Sühreverd” kasabasında doğmuş ve burada yetişmiştir. Nisbesiyle beraber tam adı; Ziyâüddîn Ebü’n-Necîb Abdülkâhir b. Abdillâh b. Muhammed b. Ammûye (Abdullah) b. Sad b. Hasan b. Kâsım b. Alkame b. Nadr b. Muâz b. Abdirrâhman b. Kâsım b. Muhammed b. Ebû Bekr es-Sıddık, es-Sühreverdî’dir. Sühreverdî Rahimehüllâh, şu lakaplarla da anılmıştır; Şeyhu’l-Kebîr, Kutbu’ş-Şehîr, Alemü A‘lâmi’l-Ârifîn, Kebîrü’l-Beyân, Münîrü’l-Burhân, Sûfî, Zâhid, Fakîh, İmâm, Celîl, Ehadu Eimmet’i’l-Tarîka, Meşâyihu’l-Hakîka, min Hüdâti’d-Dîn ve Eimmet’i’l-Müslimîn. Sühreverd’de yetiştikten sonra ilim tahsili için genç yaşında Bağdat’a yolculuk yapmış, Nizamiye Medresesi’nde fıkıh, tefsir, hadis ve usul dersleri görmüştür. Ebû Ali b. Nebhân’dan (511’de) hadis, Es‘ad el-Himenî’den (527’de) fıkıh, aynı şekilde İsfehân’da Ebû Ali el-Haddâd’dan hadis dinlemiştir. Ayrıca fıkıh, fıkıh usulü ve kelâm ilmiyle ilgili birçok kitap okumuş, Vâhidî’nin el-Vasît fi’t-Tefsîr’ini ezberlemiştir. Yanı sıra bu yıllarda Bağdat’ta bir tekkede şeyh olan amcası Kâdî Vecîhüddin Ömer b. Muhammed’den sûfîlik hırkası giymiştir. İlim tahsilinden sonra 25 yaşlarındayken zühd ve inziva hayatını tercih etmiş, öncelikle İsfehân’a gelerek dönemin meşhur mutasavvıfı Ahmed el-Gazzâlî’ye intisap etmiştir. Burada son derece ağır riyazetler-mücahedeler yapmış ve her daim ibadetle meşgul olmuştur. Belli bir müddet sonra Hac’ca gitmiş, oradaki vazifesinin ardından tekrar Bağdat’a dönmüştür. Burada meşhur Abdülkâdir Geylânî’nin de şeyhi olan Muhammed b. Müslim ed-Debbâs’a intisap etmiş ve çok ağır riyazetlerde bulunmuştur. Neticede kendisine çok büyük manevi fetihler açılmıştır. Âdâbü’l-Mürîdîn müellifi Sühreverdî Rahimehüllâh, tasavvuf yolunda icâzet aldıktan sonra insanlara yönelmiş onlara vaaz ve nasihatlerde bulunmuştur. Müridleri ve talebeleriyle Dicle nehrinin kenarında bir harabede kalarak tedris ve irşad faaliyetlerini birlikte sürdürmüştür. Kısa bir müddet zarfında insanların ilgisini ve sevgisini kazanmış, çokça kendisine intisap edenler olmuş, hatta zamanla sultanların itibar ettiği bir kişi konumuna gelmiştir. Böylelikle tedris ve irşad faaliyetlerini sürdürdüğü harabenin bulunduğu yere bir tekke (ribât), yanına da bir medrese yapılmıştır. Sühreverdî Rahimehüllâh’a, Nizâmiye Medresesi’nde müderrislik teklif edilmiş o da bunu kabul ederek 27 Muharrem 545’te (26 Mayıs 1150) Nizâmiye Medresesi’ne başmüderris olarak tayin edilmiştir. Burada 2,5 sene kadar fıkıh ve hadis dersleri vermiştir. Onun Nizâmiye Medresesi’ndeki şöhreti (talebe ve hocalık yapması) İmâm Gazzâlî’ye benzetilmiştir. Nizâmiye Medresesi’nde tedris faaliyetlerinde devam ederken Abbâsî Halifesi ile Irak Selçuklu Sultanı arasında yaşanan gerginliğin ardından sultanın vefatı üzerine Receb 547’de medreseyi bırakmak zorunda kalmıştır. Sultanın yakın adamı olarak görüldüğü için 1153’te halifenin emriyle tutuklanıp kırbaçlanmış ve bir müddet hapiste kalmıştır. 558 senesinde Musul üzerinden Dımaşk’a, oradan da Kudüs’e gitmek üzere Bağdat’tan ayrılmış, Dımaşk’ta kendisini Sultan Nûreddin Mahmud Zengî karşılamıştır. Sühreverdî Rahimehüllâh burada kaldığı kısa müddet içinde hadis halkaları, zikir ve sohbet meclisleri kurmuş, daha sonra Bağdat’a dönmüştür. 563 tarihinde Bağdat’ta Cemâziyelâhir ayında cuma günü ikindi vakti vefat etmiş ertesi gün erken saatlerde Dicle kenarındaki medresesinin yanına defnedilmiştir. Mevlâ Teâlâ, Kendisine Rahmet Eylesin, Cennetiyle Cemaliyle Müşerref Kılsın. Âmîn
Molla Aliyyül-Kârî Rahimehüllâh bu güzide çalışmasında besmele hamdele ve salveleden sonra ilk olarak, metin sahibinin hal tercümesini ve kerametlerini zikretmiştir. Akabinde kitabın ismini yani edep ve mürid lafızlarını beyan etmiştir. Sonrasında ise tüm metni güzel bir şekilde şerh etmeye çalışmıştır. Kârî Rahimehüllâh metni iki asli açıdan ve diğer farklı zaviyelerden ele almıştır. Ele aldığı iki asli açı şöyledir:
Cüz’î itibar ile: Eserin içindeki garip kelimeler şerh edilmiş veya müteradif kelimelerle kolayca tefsir edilmiştir. Bazen de kelamın manasının kolay bir şekilde anlaşılabilmesi için cümlenin kendisiyle meydana geldiği fiil, fail, meful, zarf vb. kelimeler başka cümleler getirerek beyan edilmiştir. Küllî itibar ile: Kapalı olan ifadeler açıklanmış ve kolay izahatlar ile cümleler arasında bağlantılar kurulmuştur. Şerhte; birçok âyet-i kerîme, hadîs-i şerif, âsar ve meşâyıh-ı kirâmın sözlerine yer verilmiştir. Bazen faideli kıssalar da nakledilmiştir. Müellif Molla Aliyyü’l-Kârî, kitaptan güzel ve tam istifade olunması için Sühreverdî Rahimehüllâh’ın delilleri üzerine indî deliller de zikretmiştir. Aynı şekilde Kârî Rahimehüllâh, metinde geçen hadislerin mastarlarını beyan etmiş ve ihtiyaç durumunda mastarda, hadisleri lafızlarıyla beraber nakletmiştir. Lafızları ihtilaflı olan hadislere dikkat çekmiş, mastarlarını bulmadığı hadisler hakkında bir açıklama yapmamış ve çok az kere hadislerin sıhhati (sahih-zayıf) hakkında hüküm vermiştir. Üste zikredilen çalışmalarla beraber Kârî Rahimehüllâh, Ebü’n-Necîb Sühreverdî’nin âdâb ve erkân için zikrettiği delilleri teyid ve tekid için birçok âyet, hadis ve âsâr getirmiştir. Bazen meşâyıhın kelamının kime ait olduğunu belirtmiş bazen de belirtmemiştir. Ayrıca vahdeti vücûd meselesi hakkında konuşmuştur. Metnin bazı nüshalarındaki farklılıklarını da fâide olması için zikretmiştir. Molla Aliyyü’l-Kârî Rahimehüllâh, bu şerh çalışmasında zikrettiği hadisleri; İmam Süyûtî’nin “el-Câmi‘u’s-Sagîr” ile şeyhi Alî Muttakî el-Hindî’nin “Kenzü’l-‘Ummâl” adlı eserlerinden nakletmiştir.
Molla Aliyyül-Kârî, Hanefî fakihi, muhaddis, müfessir ve kıraat âlimleriden biridir. Herat’ta doğmuştur. Nisbesiyle beraber tam adı Ebü’l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Sultân Muhammed el-Kârî el-Herevî’dir. Molla Ali el-Kârî diye meşhur olmuştur. Ancak risalelerinde ismi -Ali b. Sultan Muhammed- olarak geçmektedir. Molla Ali el-Kârî ailesiyle birlikte, Şah İsmail’in Herat’ı zapt etmesi ve Şiîleştirme politikası sebebiyle Mekke’ye hicret etmiş, yerleşmiştir. Mekke’de ikamet ettiği için kendisine “el-Mekkî”, Kur’ân ilimlerinde mütebahhir bir âlim ve kıraat ilmiyle meşgul olmasıyla “el-Kârî” ve ilminin yüksek olması hasebiyle de “Molla” denilmiş olması muhtemeldir.
Öncelikle Ali el-Kârî, İslâmî ilimlerin hemen hemen hepsiyle meşgul olmuş ve her sahada birçok eser vererek ilmi derinliğini ispatlamıştır. İkinci olarak, vefat haberi alan Mısır ulemasının gıyabi cenaze namazı kılmaları kendisinin hayatta iken islâm dünyasında meşhur bir ilmi şahsiyet sahibi olduğunu göstermiştir. Üçüncü olarak, tercüme-i hal kitapları kendisinin şöhretinin yaygınlığından ve eserlerinin güzelliğinden ve öneminden bahsetmektedir. Dördüncü olarak, günümüze kadar 150’den fazla eserinin ulaşması ilmi şahsiyetini yansıtmaktadır. Molla Ali el-Kârî Rahimehüllâh, Herat’ta ilk ilim tahsilini babasından ve Muiniddin Hafız’dan yapmıştır. Babası Kur’ân ve kıraat ilminde âlim bir kimsedir. Mekke’de ise Ebü’l-Hasen el-Bekrî, İbn Hacer el-Heysemî, Müttakî el-Hindî, Mir Kelan, Atiyye b. Ali es-Sülemi, Abdullah es-Sindî, Allâme Kutbüddin el-Mekkî, Muhammed b. Muhammed el-Bekrî ve Sinaneddin el-Amasî gibi meşhur âlimlerden ders almıştır. İlimlerde çok yönlü olan Molla Ali el-Kârî Rahimehüllâh, başta fıkıh ve hadis olmak üzere kıraat, tefsir, akaid, kelâm, tasavvuf, tarih, dil ve edebiyat sahasında devrinin önde gelen ilim erbabı arasında yerini almıştır. Kıraat ilmine olan vukufiyetinden dolayı el-Kârî veya genel olarak “Molla” Ali el-Kârî diye anılmıştır. Hanefî mezhebine son derece bağlı olan Aliyyül-Kârî, bazı meselelerde İmam Mâlik ve İmam Şâfî’ye itirazda bulunmuş ve Hanefî mezhebini eleştiren Şâfiî fakihlerine sert bir dille cevab vermiştir. Ayrıca zamanındaki bid‘at ve hurafe ehli kimselere karşı koymuş ve İbnü’l-Arabî’nin de vahdet-i vücûd felsefesine şiddetle karşı çıkarak onu tekfir etmiştir. İlminin derinliği-yüksekliği ve din hususunda keskin kılıç gibi olması sebeplerden ötürü kısa zamanda bazı çevrelerin ilgisini çekmiş ve sevgisini kazanmıştır. Tasavvuf erbabı olmakla beraber mevzû hadislerle ilgili çalışmalarıyla meşhur olmuş, itikadî konularda Selefiyye’nin (geçmiş büyüklerin) görüşlerini benimsemiş ve bu sebeple kelâm ve tasavvuf konularındaki aşırı temayüllere her zaman karşı çıkmıştır. Şevkânî, onu överek ictihad yapabilecek bir âlim olduğunu söylemiş, Leknevî ise, onu müceddid olarak kabul etmiştir.
Fethu Ebvâbid-Dîn eserinin müellifi Ali el-Kârî, ilim alanında meşhur olduğu gibi hattatlıkta meşhur bir kimsedir. Özellikle Sülüs ve nesih yazılarında çok mahirdir. Bu güzel maharetini geçimi için kullanmış ve resmî hiçbir görev kabul etmemiştir. Geçimini, her sene kenarına tefsir ve kıraatle ilgili açıklamalar koyduğu Mushaflar yazmakla sağlamıştır.
Molla Aliyyül-Kârî Rahimehüllâh, Mekke-i Mükerreme’de (1014/1605) yılında Şevval ayı içerisinde hakkın rahmetine kavuşmuş ve Şeyhi Abdullah es-Sindî’nin kabrinin yanına defnolunmuştur. Vefat haberini alan Mısır uleması Ezher Camii şerifinde gıyabî cenaze namazı kılmışlardır. Allah Teâlâ Rahmet etsin, Cemâlullah ile Şereflendirsin. Âmin
Allâme Aliyyül-Kârî Rahimehüllâh, İslâmî ilimlerin her alanında (180’e yakın) eser kaleme almış ve bu eserlerin hemen hepsinin yazma nüshaları günümüze kadar ulaşmıştır. Nadide eserlerinden bazıları şunlardır: