رمز المنتج: sirac0018
الماركة: Siraç Yayınevi
Molla Câmî (el-Fevâ’idü’z-Ziyâ’iyye), Abdurrahmân-ı Câmî Hazretleri’nin, İbnü’l-Hâcib’in “el-Kâfiye” adlı nahiv eseri üzerine kaleme aldığı şerhtir. Müellif Rahimehüllâh eserin telif sebebi hakkında kitabın mukaddimesinde; özelde oğlum için, genelde tüm talebelerin faydalanması için yazdım diye belirtmiştir. Şüphesiz bu güzide eser yazıldığı günden beri ilim talebelerinin gözdesi olmuştur.
Abdurrahmân Câmî tarafından, İbnü’l-Hâcib’in meşhur nahiv eseri el-Kâfiye üzerine kaleme alınan şerhtir. Müellif, oğlu Ziyâeddin Yûsuf’un ilim tahsilinde zorluk çekmemesi ve güzel bir şekilde anlaması için kaleme almıştır. Bu güzide eser, Şerh-i Molla Câmî, Molla Câmî ve Câmî isimleriyle tanınmış medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur.
Molla Câmî Hazretleri Nakşibendî tarikatına mensup İranlı islâm âlimi ve şair bir zattır. Tam olarak ismi Nûrüddîn Abdurrahmân b. Nizâmiddîn Ahmed b. Muhammed el-Câmî’dir. İsminden çok Molla Câmî unvanıyla tanınmış meşhur olmuştur.
Molla Câmî Hazretleri 23 Şâban 817 (7 Kasım 1414) senesinde Horasan’ın Câm şehrinin Harcird kasabasında doğmuştur. Doğduğu yer Câm şehrine nisbetle Câmî ünvanını almıştır. Soyu İmam Muhammed’e dayanmaktadır. Zira muhterem dedesi Şemseddin Muhammed İsfahan’dan Horasan’a hicret etmiş ve burada İmam Muhammed’in neslinden biriyle evlenmiştir. Bu evlilikten (Molla Câmî’nin) babası Nizâmeddin Ahmed dünyaya gelmiştir.
Molla Câmî Rahimehüllâh ilk tahsiline babasının yanında başlamış, ardından babasının, dönemin önemli kültür merkezlerinden Herat’a gitmesi ve Nizâmiye Medresesi’ne müderrislik yapması sonucu öğrenimini orada devam ettirmiştir. Herat’ta dönemin meşhur büyük âlimlerinden Mevlânâ Cüneyd-i Usûlî’den Arap dili ve edebiyatı ile ilgili temel eserleri tahsil etmiş, ardından Cürcânî’nin talebesi Ali es-Semerkandî ile Teftâzânî’nin talebesi Şehâbeddin Muhammed el-Câcermî gibi dönemin meşhur bilginlerinden istifade etmiştir. Herat’taki ilim tahsilinden sonra Molla Câmî Hazretleri, büyük bir ilim merkezi olan Semerkand’a gitmiş ve orada 9 yıl kadar kalmıştır. Bu arada Uluğ Bey Medresesi’nde Bursalı Kadızâde-i Rûmî’den riyâziyyât dersleri almış ayrıca Mevlânâ Fethullah-ı Tebrîzî’nin derslerinden de faydalanmıştır. Keskin zekalı, kabiliyetli, istidadı kuvvetli, anlayış seviyesi ve muhakeme gücü yüksek, basiretli, feraseti açık ve fesahat sahibi olan Abdurrahmân-ı Câmî Hazretleri kısa bir zaman içerisinde genç yaşında olmasına rağmen döneminin bütün ilimlerine vâkıf olmuş ve büyük küçük demeden herkesin sevgisini, saygısını ve taktirini kazanmıştır. Kendisi hakkında birkaç menkıbe şöyle zikredilmiştir:
Genç yaşta ilim tahsilini bitiren Molla Câmî Rahimehüllâh, rüyasında bazı büyük zevatı görmüş kendisine, Seni hidayet edecek dost birini edin denmiştir. Uyanınca tesirlenmiş ardından Semerkand’dan Herat’a hicret etmiştir. Öncelikle Nakşibendî şeyhi Sa‘deddîn-i Kâşgarî’ye intisap etmiş, onun sohbeti ile şereflenmiştir. Şeyhine güzel hizmet etmesin den dolayı teveccühlerini kazanmış kısa bir müddet içerisinde kendisinde fevkalade değişiklikler meydana gelmiş ve aklî ve naklî zâhirî ilimlerin yanı sıra, bâtınî ilimlerde de yükseklik elde etmiştir. Sa‘deddîn-i Kâşgarî 13 Mayıs 1456 (7 Cemâziyelâhir 860) tarihinde Herat’ta vefat edince daha sonra Hâce Ubeydullah Ahrâr’a intisap etmiştir. Hâce Ahrâr’la birkaç defa görüşmüş, hizmetinde bulunmuş ve ayrıca mektuplaşarak kendisiyle devamlı surette bağlarını korumuştur. Şüphesiz Hâce Ahrâr’ın Câmî üzerindeki tesiri diğer Nakşî şeyhlerinden daha fazladır. Öyle ki Câmî Hazretleri, şeyhin sohbetinin bereketiyle sûfîlerin gözdelerinden olmuştur. Molla Câmî Rahimehüllâh, hac yapmak için 877’de (1472) Herat’tan ayrılmış yolculuk güzergahı olarak Bağdat’a uğramıştır. Burada kaldığı zaman zarfında sahabe düşmanlığı yapan bir kısım Şiîler ile tartışmış onları susturarak mağlup etmiştir. Akli ve nakli ilimdeki derinliği, kuvvetli muhakemesi ve ikna etme kabiliyetinin yüksekliğiyle orada bulunan pek çok âlimin takdirini kazanmıştır. Yolculuk sırasında her uğradığı şehirdeki âlimler, emirler ve halk tarafından karşılanmış, çok hürmet, izzet ve ikram görmüştür. Ayrıca bilmedikleri müşküllerini ona sorarak, verdiği cevaplar karşısında hayranlık duymuşlardır. Molla Câmî yolculuğu boyunca uğradığı yerlerde hayatta olan zevatı kiramı ziyaret ettiği gibi daha önce vefat etmiş olan büyükleri de ziyaret etmiştir. Ayrıca Medîne-i Münevvere’ye geldiğinde Efendimiz Aleyhisselâm’a olan muhabbetini enfes kasidelerle dile getirmiştir. Hac vazifesini yerine getirdikten sonra Haleb’e gelen Câmî Rahimehüllâh, kendisine pek tazim edilmiş ve ikramlarda bulunulmuştur. Kısa bir zaman sonra Haleb’ten Tebriz’e geçmiş ve Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan tarafından burada kalınması istenmiştir. Ancak 18 Şâban 878 (8 Ocak 1474) tarihinde oradan ayrılarak Herat’a dönmüştür. Herat’ta Sultan Hüseyin Baykara tarafından kendisi için yaptırılan medresede Arap dili ve edebiyatı, hadis ve tefsir derslerini okutmuştur. Arap dili ve edebiyatına büyük ilgi duyan Câmî Rahimehüllâh, bu alanda pek çok eser kaleme almış, özellikle oğlu için el-Fevâidü’z-Ziyâiyye fî Şerhi’l-Kâfiye adlı Arapça gramer kitabını kaleme almıştır. Bu güzide eseri Molla Câmî adıyla çok tanınmış ve medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur.
Ailesi hakkında yeterince bilgi bulunmayan Molla Câmî, ilim sahibi bir aile içinde yetişmiştir. Birkaç evlilik yapmış olmasına rağmen ilk evliliği hakkında da yeterli bir bilgi yoktur. Bununla birlikte bir manzumesinden işaretle onun aile fertlerinin hepsini kaybettiğini ve bu olaydan sonra bir müddet yalnız yaşamış olduğu anlaşılmıştır. Daha sonraları ise ilk mürşidi Sa‘deddîn-i Kâşgarî’nin büyük oğlu Hâce Kelân’ın iki kızından biriyle evlenmiştir. (Hâce Kelân’ın diğer kızıyla da Reşehât eserinin müellifi Fahreddin es-Safî evlenmiştir.) Ayrıca kaynaklarda Câmî’nin Mevlânâ Muhammed adlı şair, âlim ve fâzıl bir kardeşinin olduğu, tarih ve mûsiki alanında üstat olduğu belirtilmiştir. Aklî ve naklî zâhir ilimlerle mücehhez, manevi hal, sır ve ilimlerle taltif edilmiş olan Molla Câmî Rahimehüllâh, hayatı boyunca ilimle meşgul olmuş, okumuş ve okutmuştur. Asla dünyaya meyletmemiş âhiret hayatı için hazırlık yapmıştır. İlim tahsili dışındaki vakitlerini her zaman namaz kılmak, Kur’ân-ı Kerîm okumak, oruç tutmak, zikir, fikir, tefekkür ve murâkabe ile geçirerek değerlendirmiştir. Abdurrahman Câmî Rahimehüllâh Mâverâünnehir ve Horasan başta olmak üzere islâm dünyasının hemen her yerinde tanınmış, sultanların, âlimlerin ve şairlerin sevgi ve saygısını kazanmıştır. Öyle ki Fâtih Sultan Mehmed, kendisini hac seferinden dönerken İstanbul’a davet etmek için (beş bin altın hediye ile) Hoca Atâullah Kirmânî’yi Haleb’e göndermiş fakat Câmî Rahimehüllâh daha önceden oradan ayrılmış olduğundan bu güzel davet gerçekleşememiştir. Aynı şekilde Fâtih Sultan Mehmed ikinci defa bir elçiyi değerli hediyelerle birlikte Câmî Rahimehüllâh’a göndermiş, kendisinden kelâmcılar, felsefeciler ve mutasavvıfların görüşlerini karşılaştıran-mukayese eden bir eser yazmasını istemiştir. Ancak her ne kadar bu istek üzerine Câmî Rahimehüllâh ed-Dürretü’l-Fâhire adlı eseri kaleme almışsa da bu güzide eser kendisine sunulmak üzere gönderildiğinde Sultan Fâtih hakkın rahmetine kavuşmuştur. Ayrıca II. Bayezid (Fâtih’in oğlu) ile Molla Câmî arasında mektuplaşmalar olmuş, Sultan, kendisini ne kadar sevdiğini ve saydığını mektuplarında göstermiştir. Câmî Rahimehüllâh da Sultan’a saygı ve sevgisini ifade etmiş ve onu övmüştür. Şüphesiz Molla Câmî’nin ilmî ve mânevî otoritesinin zirvede olduğu yıllar Timurlu hükümdarı Hüseyin Baykara dönemidir. İlmî ve ahlakî üstün şahsiyetiyle Baykara’nın iltifatını kazanmış, sultanda kendisine her daim saygı, sevgi, hürmet, tazim göstermiş, koruyup kollamış ve gözetmiştir. Büyük küçük herkes tarafından sevip sayılan Câmî Rahimehüllâh ayrıca Baykara devrinin meşhur emîrlerinden Ali Şîr Nevâî ve Süheylî gibi şairlerle de yakın dostluk kurmuş, hatta ikisi onun müridleri arasına katılmıştır. Molla Câmî Rahimehüllâh 18 Muharrem 898 (9 Kasım 1492) senesinde cuma günü Herat’ta vefat etmiş, cenazesi, Hüseyin Baykara ve Ali Şîr Nevâî başta olmak üzere devrin bütün ileri gelenlerinin iştirakiyle kılınmış ve şeyhi Sa‘deddîn-i Kâşgarî’nin kabrinin yanına defnedilmiştir. Allah Teâlâ Rahmet Etsin, Peygamberler Sıddıklar ve Şehidlerle Haşreylesin. Âmin
Yüksek ilim şahsiyetli zâhiri ve bâtıni ilimleri ikmal etmiş olan Abdurrahmân-ı Câmî, tasavvuf, edebiyat, edebî ve dinî ilimler gibi birçok konuda Farsça ve Arapça olarak 50’ye yakın eser kaleme almıştır. Bunların çoğu günümüze ulaşmıştır.
İbnü’l-Hâcib’in Arap nahvine dair kaleme aldığı muhtasar eseridir. Arap gramerine dair kaleme alınmış üç temel eserin sonuncusudur. Ayrıca Doğu İslâm coğrafyasında nahiv öğretimi konusunda ilk sırada okutula gelen eserlerden biridir. Bu güzel esere, müellifi İbnü’l-Hâcib başta olmak üzere birçok âlim tarafından yüz elli kadar şerh, bu şerhlerden her birine hâşiye ve bu hâşiyelere de birkaç ta‘lik yazılmıştır. Şüphesiz Arap nahvi ve grameri denilince akla üç temel eser gelir. Bunların ilki Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ı, ikincisi Zemahşerî’nin el-Mufassal’ı, ünüçüncüsü ise İbnü’l-Hâcib’in el-Kâfiye’sidir. el-Kitâb’da sarf ve nahiv konuları zengin örneklerle ve geniş bir şekilde işlenmiş, ancak karışık olarak incelenmiştir. el-Mufassal’da bu konular kısmen özetlenmiş ve tertip edilmiştir. el-Kâfiye’de ise el-Mufassal’dan yararlanmak suretiyle nahve dair konular daha öz ve yalın bir şekilde anlatılmıştır. Dolayısıyla bu üç eser birbirinin temel kaynağı olmuştur. İbnü’l-Hâcib her ne kadar el-Mufassal’dan yararlanarak eserini kaleme almışsa da özgün bir çalışma ortaya koymuş ve kendinden sonra telif edilecek olan nahiv eserlerine örnek bırakmıştır. Nitekim el-Mufassal’da Arapça gramer (sarf ve nahiv) beraber işlenirken İbnü’l-Hâcib, daha önce Ebû Osman el-Mâzinî ve İbn Cinnî’nin yaptığı gibi sarf ve nahvi birbirlerinden ayırıp nahve dair konuları el-Kâfiye’sinde; sarfa dair bilgileri de eş-Şâfiye’sinde toplamıştır. İbnü’l-Hâcib, eserinde eklektik bir yöntem izlemiş, genelde Basra dil mektebinin görüşlerini bazen de Kûfe dil mektebinin görüşlerini benimsemiştir. Ayrıca müellif eserinde Ebû Amr b. Alâ, Halîl b. Ahmed, Sîbeveyhi, Yûnus b. Habîb, Ali b. Hamza el-Kisâî, Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, Ahfeş el-Evsat, Ebû Osman el-Mâzinî, Müberred, İbn Keysân ve Zeccâc gibi büyük dil âlimlerinin görüşlerine sık sık atıfta bulunmuştur. Eserde şâhid olarak 24 âyet, 13 şiir ve 8 atasözü zikretmiştir. Şüphesiz İbnü’l-Hâcib’in el-Kâfiye’si asırlarca Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuş ve hâlâ günümüzde dahi okutulmaya devam etmektedir. Nitekim Osmanlı’da Arap nahvinin öğretiminde ki usule göre Birgivî’nin el-‘Avâmil’i ve İzhârü’l-Esrâr’ından sonra el-Kâfiye kitabı okutula gelmiştir. Böylece bu güzide üç eser bir arada basılmış ve Nahiv Cümlesi veya Nahiv Mecmuası olarak meşhur olmuştur.
Müellif İbnü’l-Hâcib başta olmak üzere, esere, çoğu Arapça, bir kısmı Türkçe ve Farsça olarak 100-150 kadar şerh, bu şerhler üzerine hâşiyeler ve hâşiyeler üzerine de çok sayıda ta‘lik kaleme alınmıştır. Meşhur bazı şerhler şöyledir:
Mâlikî fakihlerinden olan İbnü’l-Hâcib, Arap gramerine dair el-Kâfiye ve eş-Şâfiye adlı eserleriyle tanınan bir dil âlimidir. Asıl adı Ebû ‘Amr Cemâlüddîn Osmân b. Ömer b. Ebî Bekr b. Yûnus ed-Devvânî’dir. 570 (1175) tarihinde Mısır’ın Saîd bölgesinde Kûs’a bağlı İsnâ kasabasında doğmuştur. Ailesi aslen Tiflisli olup Kürt bir ailedir. Muhterem babası, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin dayısının oğlu Kûs Emîri İzzeddin Mûsek es-Salâhî’nin hâcibi (koruması) idi. Bundan dolayı oğlu İbnü’l-Hâcib lakabıyla anılmıştır.
Babası tarafından henüz küçük yaştayken Kahire’ye götürülen İbnü’l-Hâcib, burada öncelikle hafızlığını tamamlamış, ardından ilim eğitimine başlamıştır. Akıllı, keskin zekâlı, basiretli ve mahir olduğundan kısa zaman içerisinde ilimde yükselmiş, zamanının allâmesi ve akranlarının önderi olmuştur. Kahire’de bulunduğu zaman içerisinde birçok hocadan farklı ilimler okumuş ardından Şam’a giderek Nûriye Zâviyesi’nde birçok hocadan istifade etmiştir. Sonra ‘İz b. Abdisselâm ile beraber tekrar Mısır’a geri dönmüştür. Meşhur İmam Şâtıbî’nin ders verdiği Fâdıliyye Medrese’sinde ders vermeye başlamış birçok talebe kendisine yönelmiştir. Bir ara İskenderiyye’ye gitmiş ancak bir müddet kaldıktan sonra geri dönmüştür. Nice ilim erbabı onun yüksek ve derin ilminden içerek istifade etmiştir. Farklı ilimlerde mütebahhir olduktan sonra nice faydalı kıymetli eserlerde tasnif etmiştir.
İbnü’l-Hâcib Rahimehüllâh, ilim tahsilinden sonra ilk olarak Fâdıliyye Medresesi’nde hocalık yapmış hem Kahire’de hem de Dımaşk’te birçok güzide talebe yetiştirmiştir. Meşhur talebelerinden bazıları şöyledir:
Allâme İbnü’l-Hâcib Rahimehüllâh, ahlâk ve faziletiyle temayüz etmiş, her zaman güvenilir bir dost ve mütevazi bir kişilik sahibi olan bir âlimdi. Ayrıca ilim hususunda da dirayetli ve velûd bir şahsiyetti. İlim ehlini çok sayar, çok sever ve değer atfeden biriydi. Öyle ki Dımaşk emîrine karşı çıkan Şâfiî fakihi İzzeddîn b. Abdüsselâm’ı (bu sebeple) desteklemiş ve onunla beraber hapse girmiş ve büyük bir vefa örneği göstermiştir. Bir müddet hapiste kaldıktan sonra emîr bu iki âlimi çıkartmış, onlarda 639 (1241) yılında Kahire’ye dönmüşlerdir. İbnü’l-Hâcib ömrünün sonlarına doğru İskenderiye’ye giderek buraya yerleşmiştir. 26 Şevvâl 646 (11 Şubat 1249) tarihinde İskenderiye’de kuşluk vakti vefat etmiş ve yine o gün Bâbülbahr’in dışında Şeyh Sâlih b. Ebû Şâme’nin türbesi yakınında defnedilmiştir. Kabri günümüzde Ebü’l-Abbas el-Mürsî Mescidi’nin alt katındadır. Allah Teâlâ Rahmet Eylesin Cennetiyle Cemaliyle Müşerref Kılsın. Âmin.