رمز المنتج: sirac0046
الماركة: Siraç Yayınevi
İlm-i Ferâiz: “İslam miras hukukundan bahseden ilimdir.” Vefat eden bir kimseye, kimlerin mirasçı olabileceğini, ne kadar hisse alacaklarını ve bu mevzudaki diğer hususları beyan etmektedir. Ferâiz, ferîza kelimesinin çoğuludur. Mirasta taktir edilen hisseler anlamındadır. Buna göre şöyle tarif edilmiştir: Terekeden her bir varisin hisselerinin bilineceği fıkıh ve hesapla alakalı kaideleri bilmektir. “Ferâizi öğrenin ve insanlara öğretin, zira ferâiz ilmin yarısıdır”
Hanefî fakihlerinden Muhammed b. Muhammed es-Secâvendî’nin (ö.596/1200’den sonra) islâm miras hukukuna dair kaleme almış olduğu eseridir. Ferâiz ilminde en çok başvurulan kaynaklardan biri olan bu nadide eser, “el-Muhtasar” ve “el-Ferâ’izü’s-Secâvendiyye” adlarıyla meşhurdur. Üzerine yapılan birçok şerh ve hâşiye ile birlikte miras hukuku alanında geniş bir literatürün meydana gelmesine vesile olmuştur. Müellif Muhammed es-Secâvendî (Rahimehüllâh), bu güzide eserinde Hanefî mezhebini esas almakla beraber Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça ortaya konan miras hukukunun nispeten az rastlanan ihtilaflı meselelerinde diğer İslâm hukuk ekollerinin görüşlerine de yer verdiği için genel bir kabul görmüştür.
Arap dili, kelâm ve fıkıh âlimi olan Seyyid Şerif Cürcânî tarafından; Muhammed es-Secâvendî’nin miras hukukuna dair kaleme alınmış olan “el-Ferâ’izü’s-Secâvendiyye” adlı eserine yapılan şerh çalışmasıdır. Secâvendî (Rahimehüllâh)’ın “el-Muhtasar ve el-Ferâ’izü’s-Secâvendiyye” olarak anılan eseri üzerine, meşhur büyük âlimler ve fakihler tarafından birçok şerh yapılmıştır. Ancak döneminin çok yönlü âlimlerinden olan Hanefî fakihi Cürcânî’nin “Şerhü’s-Sirâciyye” (el-Ferâ’izu’ş-Şerîfiyye) olarak bilinen eseri “es-Sirâciyye”nin en meşhur şerhidir.
Kelam, fıkıh, hadis, tefsir, Arapça dili vb. birçok ilim sahasında mütebahhir olan Seyyid Şerîf Cürcânî (Rahimehüllâh), 24 Şâban 740 (24 Şubat 1340) tarihinde İran’ın Cürcân şehrine bağlı Takü’de dünyaya gelmiştir. Peygamber Efendimiz (Aleyhisselâm)’ın soyundan olduğu için “Seyyid Şerîf” ismiyle tanınmış meşhûr olmuştur.
İlim tahsilini küçük yaşlarda kendi memleketinde başlamıştır. Arapça eğitiminden sonra Sekkâkî’nin Arapça grameri ve belâgatına dair meşhur olan “Miftâhu’l-‘Ulûm” adlı eseri ve şerhini bu şerhi kaleme alan Nureddin Tuvâsî’den okumuştur. Daha sonra Sirâcüddîn Ömer el-Buheymânî’den “Keşf” adlı tefsîrini ve Keşşâf tefsîrinden bir bölümü okumuştur. Kutbüddîn-i Şîrâzî’nin kaleme aldığı Miftâh şerhini, oğlu Muslihuddîn b. Ebi’l-Hayr Ali’den okumuştur. Cürcânî (Rahimehüllâh) başlıca ilimleri tahsil ettikten sonra aklî ilimleri öğrenmeye yönelmiş ve tahsilini devam ettirmek üzere Herat’a, Anadolu’ya ve Mısır’a seyahatlerde bulunmuştur. Mantık ilmiyle alakalı olan “Şerhu’l-Metâlî‘” adlı eseri birçok hocadan dinleyerek yaklaşık 16 kez incemeler de bulunmuş, ancak tam hazmetmediğini anlamış; bu yüzden “Şerhu’l-Metâlî‘” ve “Şerhu’ş-Şemsiyye” adlı eserleri kaleme alan Kutbüddin er-Râzî et-Tahtânî’den bizzat okumak için Herat’a gitmiştir. Kutbüddin er-Râzî yaşlı olmasına rağmen Seyyid Şerîf Cürcânî’nin azmini görmüş ve bir müddet ders okutmuştur. Fakat yaşlılığı sebebiyle daha öğretim faaliyetini sürdüremeyeceğini kendisine arz edip Mısır’da ikamet etmekte olan en meşhûr talebesi Mübârek Şah el-Mantıkî’ye gitmesini, ondan okumasını tavsiye etmiştir. Yanı sıra bu meşhur talebesine mektup yazarak ona özel ilgi-alâka göstermesini kendisinden öğrendiği gibi bütün incelikleriyle mantık ilmini (Şerhu’l-Metâlî‘yi) okutmasını-öğretmesini emretmiştir.
Bunun üzerine Herat’tan ayrılan Seyyid Şerîf (Rahimehüllâh), Mısır yolculuğu esnasında Anadolu’ya uğramış ve şöhretini duyduğu büyük âlim Cemâleddin Muhammed b. Muhammed Aksarâyî’nin talebesi olmak maksadıyla onun memleketine doğru yola koyulmuştur. Yolda Aksarâyî (Rahimehüllâh)’ın Kazvinî’nin “el-Îzâh”ı üzerine yazmış olduğu “Şerhu’l-Îzâh”ını inceleme fırsatı bulmuş ve eseri başarısız görerek Aksarâyî’den istifade edemeyeceği kanaatine varmıştır. Fakat görüştüğü bazı kimselerden, onun öğretimde teliften daha başarılı olduğunu öğrenmiş ve yoluna devam etmiştir. Aksaray’a vardığında, büyük âlim Aksarâyî’nin vefat ettiğini öğrenmiştir. Talebeleriyle tanışıp sohbet etmiş ve en meşhur talebesi Molla Fenârî ile birlikte Mısır’a gitmiştir. Mısır’a varınca Mübârek Şah’ı arayıp bulmuş halini arz etmiş ve hocasının mektubunu ona vermiştir. Mübârek Şah hocasının mektubunu hürmetle alıp okumuş ve kendisini kabul edip okutacağını söylemiş ve okutmuştur. Seyyid Şerîf Cürcânî yaklaşık 10 yıl Mısır’da kaldığı müddet zarfında Şeyh Bedreddin Simâvî, şair Ahmedî, hekim Hacı Paşa gibi arkadaşlarıyla birlikte aklî ilimleri Mübârek Şah’tan ve yanı sıra naklî ilimleri de Ekmeleddin el-Bâbertî’den okumuştur. Bu arada Kutbüddin er-Râzî’nin “Şerhu Metâli‘i’l-Envâr”ına bir hâşiye yazmıştır.
Cürcânî (Rahimehüllâh), Mısır’da aklî ve naklî ilimler hususunda tahsilini tamamladıktan sonra Anadolu’ya gelmiş, İstanbul ve Bursa’yı ziyaret edip tekrar ülkesine (İran’a) dönmüştür. İran’a gelince Şîraz’da Sa‘deddin et-Teftâzânî onu ülkenin hükümdarı Şah Şücâ‘a takdim etmiş ve oradaki Dârü’ş-Şifâ Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir. Bu medresede 10 yıl kaldığı zaman zarfında öğretim faaliyetleri yanında telif çalışmalarını da sürdürerek İran’da özellikle aklî ilimlerde büyük bir şöhret kazanmıştır.
Timur, Şîraz’a sahip olunca; Seyyid Şerîf’in ilmî ve kişilik sahibi, üstün şahsiyetli ve dirayetli büyük bir âlim olduğunu öğrenince ona son derece saygı-hürmet göstermiş, muhabbet beslemiş ve gözetmiştir. Timur ilminden istifade etmek için (789/1387) tarihinde onu Semerkant’a davet etmiş ve istemediği halde onu Semerkant’a götürmüştür. Burada 18 yıl müddetle baş müderrislik yapmış ve bu müddet zarfında pek çok eser telif etmiştir. Şunu da belirtelim ki; Timur, zapt ettiği-fethettiği İran, Irak, Suriye ve Anadolu gibi İslâm bölgelerinde yaşayan zamanın büyük seçkin âlimlerini Semerkant’a toplamıştır. Özellikle bunların başında “Sa‘düddîn Teftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî” olmak üzere, pek değerli âlimler orada bir arada bulunmuştur. Seyyid Şerîf Cürcânî, gitmiş olduğu Semerkant’ta öncelikle Mâverâünnehir âlimleriyle sonra da özellikle Teftâzânî ile ilmî münazaralarda bulunmuştur. Bu münazaralarda başarı göstermiş hem Timur hem de meslektaşları nezdinde itibarını arttırmıştır. Timur, iki sa‘deyn olan -Teftâzânî ve Cürcânî’-ye huzurunda münazaralar yaptırır Seyyid Şerifî çok sevdiğinden münazaraların sonunda; “Kabul edelim ki, ikisi de ilim-irfan (din ve marifet) bilgilerinde aynıdır. O zaman Seyyid’in nesebi üstündür. Zira Resûlüllâh (Aleyhisselâm)’ın soyundandır” demiştir.
Seyyid Şerîf Cürcânî, 18 yıl Semerkant’ta kalmış Timur başta olmak üzere birçok kimseden çok ilgi, alâka, hürmet ve saygı görmüştür. Semerkant’ta kaldığı müddet zarfında çok hoca yetiştirmiş ve birçok değerli eser telif etmiştir. Ayrıca Semerkant’ta Hâce Alâeddin Attâr (Kaddesallâhü Sirrahü) ile tanışmış ve Hâce’nin vasıtasıyla tasavvufa karşı ilgi duyarak Nakşibendiyye tarikatına girmiştir. Medresede ders verdiği sıralarda Hâce’nin sohbetlerine devam etmiş ve kısa zamanda Hâce’nin teveccühlerini kazanarak kemale ermiştir. Hâce’nin tavsiyesiyle en başta gelen talebesi Mevlânâ Nizâmeddin Hâmûş ile de dostluk kurmuş, onun tasavvufî sohbetlerine katılmış ve çok istifade etmiştir. Cürcânî (Rahimehüllâh), ilimdeki yüksek derecesine rağmen, asıl kemâlata, Hz. Hâce’nin sohbetiyle müşerref olduktan sonra, ondan feyz alarak kavuşmuştur. Bu hâlini şöyle ifâde etmiştir: “Hocam Alâeddin Attâr’ın sohbetine kavuşunca, Rabbimi tanıyabildim.”
Cürcânî (Rahimehüllâh), aklî ve naklî ilimler sahasında kaleme aldığı eserleriyle hem yaşadığı döneme damgasını vuran hem de sonraki yüzyıllarda bir otorite olarak etkisini devam ettiren çok yönlü âlimlerden bir tanesidir. Başlıca ilgi alanı kelâm, Arap dili ve edebiyatı olan Cürcânî (Rahimehüllâh), bununla beraber felsefe, mantık, astronomi, matematik, mezhepler tarihi, fıkıh, hadis, tefsir, tasavvuf gibi aklî ve naklî din ilimlerin hemen hepsinde telif, şerh ve hâşiye türünde eserler kaleme almış bundan dolayı “allâme” unvanını almıştır. Son derece zeki, müdekkik, muhakkik, derin anlayışlı, fesahat ve belâgat sahibi, münazarada mahir bir âlimdir. Arap dili, ferâiz ve kelâmla ilgili eserleri, medreselerde okutulup günümüze kadar intikal ederek el kitabı haline gelmiş, kendisi de ilim erbabı arasında büyük bir itimat kazanarak otorite sayılmıştır. Seyyid Şerîf Cürcânî’nin kaleme aldığı eserler yaşadığı asırda ve sonrasında öylesine etkili olmuştur ki onun için; “es-sened” otorite, “üstâzü’l-beşer” insanlığın hocası ve “el-aklü’l-hâdî aşer” on birinci akıl gibi lakaplar-sıfatlar kullanılmıştır. Anadolu, İran, Türkistan ve Hindistan’da yetişen âlimlerin bir kısmının icazetnamesi ilmî silsile itibariyle Cürcânî’ye ve bir kısmının da Teftâzânî’ye bağlı olması bu iki âlimin ne kadar otorite sahibi olduklarını teyit etmekte ve ikisinin İslâm düşüncesi tarihinde önemli bir yer işgal ettiğini göstermektedir. Her ikisi de islâm dünyasında yankı yapmış mümtaz âlimlerdir. Kendilerinden sonra uzun bir zaman âlimler Curcânî ve Teftâzânî taraftarları olarak ikiye bölünmüşlerdir. İslam tarihinde müteahhirin dönemi Teftâzânî ile başlatılmış ve Curcânî ile sürdürülmüştür. Seyyid Şerîf’in eserlerinin çoğu şerh ve hâşiye niteliğinde olmasına rağmen islâm âlimleri bu eserleri diğer şerh ve hâşiyeler gibi teferruat saymak yerine asıl metinler kadar, hatta çoğunlukla onlardan daha önemli görmüştür. Son söz olarak; Cürcânî (Rahimehüllâh), felsefî kelâm hareketinin yaygın olduğu bir dönemde yetişmiş ve selefleri Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî ve Kâdî Beyzâvî gibi felsefenin tesiri altında kalmıştır. Kelâm sisteminde seleflerine nisbetle felsefeye daha fazla ağırlık vermiştir. Nitekim kelâma dair en hacimli eseri olan Şerhu’l-Mevâkıf’ta felsefî konuların akaid konularından çok fazla yer tutması (kitabın üçte ikisi kadar) bunu açıkça göstermektedir.
Seyyid Şerîf Cürcânî (Rahimehüllâh), Timur’un ölümünden (807/1405) sonra fitne ve kargaşanın hâkim olduğu Semerkant’tan ayrılarak Şîraz’a dönmüş ve ömrünün geri kalan kısmını burada ilmî faaliyetlerle geçirmiştir. 6 Rebîülâhir 816 (6 Temmuz 1413) tarihinde çarşamba günü Şîraz’da vefat etmiş ve Atîk Camii civarındaki Vakıb Mezarlığı’na defnedilmiştir. “Allah Teâlâ, Seyyid Şerif Cürcanî’ye ve diğer Ehl-i Sünnet âlimlerine rahmet eylesin, derecelerini yüksek kılsın.” Âmin.