رمز المنتج: sirac0039
الماركة: Siraç Yayınevi
Hatîb el-Kazvînî (ö. 739/1338) tarafından, Sekkâkî’nin (ö. 626/1229) kaleme aldığı Arap edebiyatının meşhur eserlerinden Miftâhu’l-‘Ulûm’un belâgata dair üçüncü bölümü üzerine yapılan ihtisar çalışmasıdır.
İlim erbabı katında pek rağbet edilen bu kıymetli eser, Osmanlı medreselerinde uzun yıllar okutularak günümüze kadar gelmiştir.
Arapça, Türkçe, Farsça’yı çok iyi bilen ve Arap belâgatı başta olmak üzere Arap dili, fıkıh, fıkıh usulü ve kelâm sahasında otorite kabul edilen Hatîb el-Kazvînî, Telhîsu’l-Miftâh eserinde; belâgatı, sadece yaşanan, tadılan, fakat anlatılamaz bir duyuş olmaktan çıkartmış, belirli tanım, ilke ve kuralları bulunan ve bunlar yoluyla başkalarına kolaylıkla anlatılabilen ilmî bir disipline dönüştürmüştür.
Hatîb el-Kazvînî’nin Osmanlı medreselerinde yüzyıllarca ders kitabı olarak okutulan Telhîsu’l-Miftâh ve kaleme aldığı şerhi el-Îzâh üzerine; şerh, hâşiye, ta‘lik, ihtisar ve nazma çekme şeklinde pek çok çalışma yapılmıştır.
Arap belâgatı âlimi, teorisyeni Hatîb el-Kazvînî, 666/1268 senesinde Musul’da doğmuştur. Nisbesiyle beraber tam olarak ismi; Ebü’l-Meâlî Celâlüddîn el-Hatîb Muhammed b. Abdirrahmân b. Ömer b. Ahmed b. Muhammed b. Abdilkerîm b. el-Hasen b. Alî b. Ahmed b. Dülef b. Ebî Dülef el-İclî el-Kazvînî ed-Dimeşkî eş-Şâfiî’dir. Nesebi, Abbâsî valilerinden ve kumandanlarından, şair ve edip Ebû Dülef el-İclî’ye dayanmaktadır. Şam Emeviyye Camii’nde uzun yıllar hatiplik yaptığı için “Hatîb” ve “Hatîbü Dımaşk” olarak meşhurdur.
Hatîb el-Kazvînî, temel dinî bilgileri Başkadı olan babasından almış yanı sıra kendisinden fıkıh ve özellikle Şâfiî fıkhını okumuştur. Moğollar’ın Suriye ve Musul’u işgal etmesi üzerine ailesiyle birlikte Anadolu’ya göç etmiş, Tokat yöresine yerleşmiştir. Burada eğitimine devam ederek tamamlayan Hatîb, yirmi yaşında iken Tokat’ın Niksar kazasına kadı olarak tayin edilmiştir.
Hatîb el-Kazvînî 689/1290 tarihinde, babasının vefatı üzerine abisi İmâdüddin ile birlikte Şam’a hicret etmiştir. Ayrıca abisi İmâdüddin, aynı yıl içerisinde Şam’daki Ümmü’s-Sâlih Medresesi’ne müderris olarak tayin edilmiştir.
Hatîb el-Kazvînî, burada İzzeddin Ebü’l-Abbâs Ahmed b. İbrâhîm el-Fârûsî’den hadis, Başkadı Şehâbeddin el-Erbîlî’den fıkıh, hadis, Arap dili ve belâgatı almıştır. Ayrıca Başkadı Süleyman b. Hamza el-Makdisî’den fıkıh ve hadis, Alemüddin el-Kâsım b. Muhammed el-Birzâlî’den hadis, Şemseddin Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Eykî’den de aklî ilimleri tahsil etmiştir.
705 senesinde Şam Emeviyye Camii’nde hatiplik yapmaya başlamış olan Hatîb el-Kazvînî, “Hatîb” ve “Hatîbü Dımaşk” olarak meşhur olmuştur. Burada hatiplikle beraber kadılıkta yapmıştır. Ayrıca Dımaşk’ta hatiplikle beraber kadılık yapan üç kişiden biri olduğu da denilmiştir. Bunlar; İmâdüddîn Abdülkerim b. Abdissamed el-Harestânî, Bedruddîn Muhammed b. Cemâ‘a, (Müellif) Celâlüddîn Muhammed el-Kazvînî.
Şam’da hatipliğin yanı sıra başkadılık, kazaskerlik, Âdiliyye ve Gazzâliyye medreselerinde müderrislik de yapan Hatîb el-Kazvînî, 727/1327 yılında Mısır’a davet edilerek kendisine başkadılık görevi verilmiştir.
Ayrıca Mısır’da bulunduğu zaman zarfında Nâsıriyye, Sâlihiyye ve Kâmiliyye medreselerinde müderrislik de yapmıştır. Çocuklarının hataları yüzünden sultan Muhammed b. Kalavun’a defalarca şikâyet edilen Hatîb el-Kazvînî, sonunda 738’de (1337-38 yılında) Mısır başkadılığından alınıp tekrar Şam’a kadı olarak gönderilmiştir.
(Daha önce Memlük Sultanı, Kazvînî’nin hatırı için oğlu Cemâleddin Abdullah’ın yolsuzluk ve suçlarını bağışladığı da kaydedilmiştir.) Ayrıca oğulları Cemâleddin Abdullah, Tâceddin Abdürrahim, Bedreddin ve Sadreddin; müderrislik, kadılık, kadı nâibliği ve kazaskerlik gibi görevlerde bulunmuşlardır.
Arapça’nın yanı sıra Türkçe ve Farsça’yı da çok iyi bilen Hatîb el-Kazvînî, Arap belâgatı başta olmak üzere Arap dili, fıkıh, fıkıh usulü ve kelâm sahalarında zamanının otoritesi kabul edilmiştir.
Şam ve Mısır’da kaldığı müddet zarfında fıkıh, usûl-i fıkıh, usûlü’d-dîn, hadis, tefsir, Arap dili ve belâgatı gibi farklı alanlarda pek çok sayıda talebe yetiştirmiştir.
Önde gelen bazı talebeleri arasında; Selâhaddin es-Safedî, Bahâeddin İbn Akîl, İbn Râfi‘, Bahâeddin es-Sübkî, Nâzırülceyş Muhibbüddin el-Halebî ve Ömer b. Reslân el-Bulkînî zikredilmiştir.
Hatîb el-Kazvînî Rahimehüllâh 738 senesinde Mısır’ın baş kadılığından alındığında bütün mal varlığını satarak 230.000 dirhem değerindeki borcunu ödemiş, ardından Şam’a dönmüştür. Şam’a döndükten kısa bir müddet sonra felç geçirmiştir.
Büyük küçük herkes tarafından sevip sayılan Hatîb el-Kazvînî, 15 Cemâziyelevvel 739’da (1338) tarihinde vefat etmiş ve Emeviyye Camii’nin önündeki Mekâbirü’s-Sûfiyye’ye defnedilmiştir. Onun vefat haberi, devlet ricali ve şairler dahil herkesi hüzne boğmuştur. Hatta şairler onun hakkında birçok mersiye de yazmıştır.
“Allah Teâlâ Rahmet Eylesin, Mekanını Firdevs Kılsın” Âmin
Zehebî Rahimehüllâh: “Müderrislik yapan, fetva veren, münazara eden ve icazet veren biriydi. Şemaili güzel, ahlâkı iyi, fesahat ve derin ilim sahibiydi. Bir süre felç geçirmişti. Usul ile ilgili güzel kitap tasnif etmiş, aynı zamanda meânî ve beyân hususunda küçük ve büyük iki kitap da kaleme almıştır.”
İbn Kesîr Rahimehüllâh: “Meânî ve beyân ilminde eli uzun, çokça fetva veren, meânî ilminde eser bırakan, faziletleri kendisinde toplamış bir şahsiyetti.”
Askalânî Rahimehüllâh: “Sureti güzel, konuşması fasih, çenesi büyük, omuzları geniş, faziletleri çok, edebiyatı seven yanı sıra dersler veren, incelikleri çok iyi bilen, hattı güzel olan birisiydi.”
Ziriklî Rahimehüllâh: “İbaresi tatlı, Arapça, Türkçe, Farsça dillerinde edîb, yumuşak huylu ve birçok fazilet sahibiydi.”
Dil âlimi Sekkâkî’nin Arap grameri ve belâgatına dair kaleme aldığı “İlimlerin Anahtarı” manasına gelen Miftâhu’l-‘Ulûm adlı eseridir. Sekkâkî bu eseriyle Arap belâgatında yeni bir çığır açmıştır. Özetle sarf, nahiv, belâgat olmak üzere üç bölümden oluşan eserinde “Edep İlimleri” adını verdiği birbiriyle bağlantılı olan on iki ilimden bahsetmiştir.
Bu on iki ilim, müellifin asırdaşı Yâkût el-Hamevî tarafından “Miftâhu’l-‘Ulûm”da tesbit edilmiş ve sonraki âlimler arasında da alet ilimleri olarak bilinmiştir. Bu ilimler; sarf, iştikak, nahiv, istidlâl (mantık), had (mantık), meânî, beyân, bedî‘, arûz, kâfiye, nazım ve nesir’dir.
Ebû Ya‘kûb es-Sekkâkî’nin belâgattaki temel kaynakları şüphesiz Abdülkâhir el-Cürcânî’nin Delâ’ilü’l-İ‘câz’ı ile Esrârü’l-Belâga’sıdır.
İkinci derecedeki kaynağı, Abdülkâhir el-Cürcânî’nin iki eserinin muhtevasını tefsirinde baştan sona uygulayan Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ıdır. Ayrıca Sekkâkî, İbn Kuteybe, İbn Vehb el-Kâtib, Rummânî, İbn Fâris ve Mutarrizî’nin eserlerinden de istifade etmiştir.
Arap belâgatında çığır açmış dil âlimi Ebû Ya‘kûb es-Sekkâkî, 554 veya 555 tarihinde Hârizm’de doğmuştur. Nisbesiyle beraber tam ismi; Ebû Ya‘kûb Sirâcüddîn Yûsuf b. Ebî Bekr b. Muhammed b. Alî el-Hârizmî es-Sekkâkî’dir.
Müellif daha çok Sekkâkî nisbesiyle meşhur olmuştur. Bu nisbeyle anılması kendisinin veya atalarının demircilik yapması, sikke ve kilit yapımında bulunmasından dolayıdır. Şunu da belirtmek gerekirse Sekkâkî, usulde Mu‘tezilî, fürû‘da Hanefî’dir.
İlim tahsili hakkında yeterli bir bilgi bulunmayan Sekkâkî, yaşı ilerlemiş olduğu halde medreseye başlamış daha sonra adından söz ettirecek seviyede ilim elde etmiş, talebe yetiştirmiş ve eser bırakmıştır.
Kelâm, Mu‘tezile kelâmı, felsefe, dil felsefesi, mantık, fıkıh ve fıkıh usulü, Arap dili, belâgat, edebiyat ve şiir gibi alanlarda derinleşen Sekkâkî; aynı zamanda sihir, tılsım, astroloji, yıldıznâme, cin teshiri ilmi, gezegenleri çağırma, simya, gök cisimleriyle arzın hassaları ilmi gibi esrarlı ilimlerde de şöhret sahibidir.
Çağdaşı Yâkût el-Hamevî, onun; kelâm ile fıkıh başta olmak üzere Arap dili ve edebiyatı, me‘ânî, beyân, arûz ve şiir gibi çeşitli ilimlerde uzman olduğunu belirtmiştir.
Ebû Ya‘kûb es-Sekkâkî, döneminin Hanefî mezhebine mensup hocalarından ilim tahsil etmiş, çok sayıda öğrenci yetiştirmiş ve birçok eser de kaleme almıştır. Kendisinden okuduğu bazı hocaları şunlardır:
Kısa bir zaman içerisinde şöhreti her tarafa yayılan Sekkâkî, Hârizm, Mâverâünnehir, Belh, Bedahşan, Kâşgar ve civarına hâkim olan Çağatay Han (Cengiz Han’ın oğlu) tarafından ilgi görerek saraya nedim ve danışman olarak alınmıştır.
Ancak bir müddet sonra başta Vezir Kutbüddin Habeş Amîd olmak üzere diğer saray ve devlet erkânı tarafından Çağatay Han katındaki itibarı kıskanılmış ve bu yüzden ortaya çıkan bazı mücadeleler neticesinde hapse atılmıştır. Burada üç yıl kaldıktan sonra 626 (1229) tarihinde vefat etmiştir.
Kıymetli yorumunuz için teşekkür ederiz.