Ürün Kodu: ismailaga0041
Marka: İsmailağa Yayınevi
Tefsir, lügat olarak; “açıklamak, beyan etmek” anlamındaki (فَسْر) fesr kökünden türeyen bir kelime olup “açıklamak, beyan etmek, ortaya çıkarmak, kelime veya sözdeki kapalılığı gidermek” demektir. Nitekim bir şeyin beyan ve izah edilmesini istemeye de (استفسار) “istifsâr” denilmiştir. Tefsir, terim olarak (Istılahta) ise; “Kur’ân-ı Kerîm’deki kelimelerin manalarını, âyetlerin içeriklerini, hükümlerini, kıssalarını, muhkem ve müteşabih olanlarını, nâsih ve mensûh olanlarını ve inişlerindeki sebepleri kendilerine açıkça delâlet eden lafız ve tabirlerle izah etmek, açıklamaktır.” Başka bir tarife göre de tefsir; “Kur’ân-ı Kerîm’in lafızlarının nasıl okunacaklarını, bunların manalarını Arap lügati ve dil kurallarını, kaidelerini uygulayarak beyan, âyetlerin manalarını, delâlet ettiği anlamlarını, hükümlerini ve içerdiği kıssaları izah, bu âyetlerin muhkem ve müteşabih olanlarıyla, nâsih ve mensûh olanlarını açıklama, aralarındaki irtibat ve uyumu gösterip izhar, bunlardaki nükte ve incelikleri, beşeriyetin gücü ölçüsünde beyan ve izah etmek”ten ibarettir.
Birinci kısım, seleften (Hazreti Peygamber, sahâbe ve tâbiînden) nakledile gelen rivâyetlere dayalı olan “tefsîr-i naklî”dir ki, buna “bi-tariki’r-rivâye (rivâyet yöntemiyle) tefsir” de denir. Bu kısım tefsirlerde âyetlerin manaları, nüzûl sebepleri, nâsih ve mensûh olanları gösterilir. Böyle rivâyet yöntemiyle yazılan tefsirlerin başlıca kaynakları hadîs-i şerif kitaplarıyla siyer ve tarih kitaplarıdır. Bunlara muhalif, aklın hükmüne ters olan rivâyetlere itibar ve itimat olunamaz. İkinci kısım, sonradan tedvin edilen lügat ilmi, belâgat ilmi gibi dil ilimlerine dayanan tefsirlerdir. Bunlar bir dereceye kadar rivâyet de içerirler. Bunlardan her birine de “bi-tarîki’d-dirâye” (dirâyet yöntemiyle) tefsir” adı verilir. Tenbih: Kur’ân-ı Kerîm’in yorumu hakkında tefsir dışında “te’vil, tebyin, beyan, tâlim, tafsil, tasrif, i‘rab, şerh, tavzih” gibi kelimeler de kullanılmaktadır. Te’vil, lügat olarak; “bir şeyin dönüp dolaşıp vardığı son nokta, sözün neticesi, işin âkıbeti, rüyanın yorumu” gibi anlamlara gelmektedir. “evl” kelimesinden türemiştir. Te’vil, terim olarak (Istılahta) ise; “Allah’ın Kur’ân lafzında açık olmayan muradını kelâmın akışına, Kitap ve Sünnet’e uygun düşecek tarzda ilgili lafzın muhtemel manalarından çıkararak açıklamak” demektir. Tenbih: Celâleddin es-Süyûtî Rahimehüllâh, tefsir ilmini öğrenmenin farz-ı kifâye olduğu konusunda ulemânın icmâ ettiğini bildirmekte ve İslâm’daki üç temel ilimden birini tefsir diye göstermektedir. Tefsirin konusu Allah’ın insanlar için gönderdiği son ilâhî tebliği incelemek, amacı ise bu tebliği her seviyeden insana anlatıp tanıtmak, bununla insanların yolunu aydınlatmaktır. Râgıb el-İsfahânî’ye göre tefsir ilmi, gerek konusu gerek maksadı gerekse insanların ona olan ihtiyacı sebebiyle ilimlerin en şereflisidir.
Celâleyn Tefsiri, Celâleddin el-Mahallî tarafından kaleme alınıp, vefat etmesiyle yarım bırakılan ve meşhur talebesi Celâleddin es-Süyûtî tarafından tamamlamış olan Kur’ân-ı Kerîm tefsiridir. Muhtasar bir şekilde yazılmış olan bu eser, tefsirlerin özü manasında “Lübbü’t-Tefâsîr” diye anılmakta olup, günümüze değin çok okunan tefsirlerden biri olarak özelliğini korumaktadır.
Bu kıymetli esere “iki Celâl’in tefsiri” manasında Celâleyn Tefsiri denilmiştir. Zira Celâleddin el-Mahallî, ömrünün sonlarına doğru Kur’ân-ı Kerîm’i tefsir etmek için başladığı Tefsîrü’l-Kur’ân çalışmasının yarısını yazdıktan sonra vefat etmiş ve talebesi Celâleddin es-Süyûtî ise 1 Ramazan 870 (17 Nisan 1466) tarihinde başladığı çalışmasını 40 günde tamamlamıştır. Bu tefsir üzere yapılan incemeler de Kur’ân-ı Kerîm âyetleriyle tefsirdeki harflerin sayısının birbirine eşit olduğu, Müddessir sûresinden sonra ise tefsir kısmındaki harflerin daha fazla geldiği tespit edilmiştir. Bir dirayet tefsiri olan Celâleyn Tefsiri; dil, üslûp ve ihtisar bakımından bir bütünlük arz etmektedir. Ancak bazı kelimelerin açıklamasında az sayıdaki değişiklikten başka temelde önemli bir fark yoktur. Misal olarak; Mahalli Rahimehüllâh, “sırât-ı müstakîm” ibaresini “cennete götüren yol”, “senden önceki peygamberlerin de yolu olan tevhid yolu” manasını verirken; Süyûtî Rahimehüllâh ise “İslâm dininin yolu” ve “hak yol” olarak beyan etmiştir. Ayrıca Mahalli Rahimehüllâh, “ruh” kelimesini “insanın içine işlemesiyle onu hayat sahibi kılan latif bir cisim” olarak açıklarken; Süyûtî Rahimehüllâh ise “bedenin kendisiyle canlandığı şey” diye beyan etmiştir. Açık-sade bir dille kaleme alınan bu nadide eser (Celâleyn Tefsiri)’nde âyetler, ilâhî maksadın ayrıntılar içinde kaybolmasına meydan vermeyecek biçimde kısa ve anlaşılır bir üslûpla tefsir edilmiştir. Süyûtî Rahimehüllâh, bu dirâyet tefsirinde izlenen metot hakkında mukaddimede şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kelâmından anlaşılanı zikretmek-anlatmak, tercih edilen görüşe dayanmak, gerekli görülen yerlerin i‘rabını yapmak, meşhur kıraatlerdeki farklılığa dikkat çekmek ve bütün bunları özlü bir şekilde vermek.”
Celâleyn Tefsiri’nin hangi yarısının iki büyük müfessire ait olduğu hususunda kaynaklarda farklı rivayetler mevcuttur. Kâtib Çelebi ve birçok müellife göre Bakara sûresinden İsrâ sûresine kadar olan kısmı Mahallî Rahimehüllâh, daha sonraki kısmı Süyûtî Rahimehüllâh yazmıştır. Fâtiha sûresi de imam Süyûtî tarafından tefsir edildiği için eserin sonuna konulmuştur. Ancak bu görüşün gerçekle ilgisi yoktur. Zira bizzat Süyûtî Rahimehüllâh, mukaddimede ve İsrâ sûresine ait tefsirin sonunda belirttiğine göre Mahallî Rahimehüllâh, Kur’ân-ı Kerîm’i Kehf sûresinden başlayıp Nâs sûresine kadar tefsir etmiş, ardından Fâtiha sûresinin tefsirine başlamış, fakat ömrü yetmediğinden eserini bitirememiştir. Süyûtî Rahimehüllâh’tâ Bakara sûresinden İsrâ sûresinin sonuna kadar gelen sûreleri tefsir etmiş ve Mahallî Rahimehüllâh’a ait olan Fâtiha’yı tefsirin sonuna koymuştur.
Büyük Şâfiî fakihi ve müfessir Celâleddin el-Mahallî (Rahimehüllâh), 1 Şevval 791 (23 Eylül 1389) tarihinde Kahire’de doğmuştur. İlk eğitimini küçük yaşlarda babasından ve dedesinden alarak başlamıştır. Mahallî Rahimehüllâh o gün büyük bir ilmî gelişmenin yaşandığı Kahire’de Şâfiî, Hanefî ve Mâlikî âlimlerinin ders ve sohbet halkalarına katılmış ve çok istifade etmiştir. Celâleddin el-Mahallî, ilmin merkezlerinden olan Kahire’nin önde gelen âlimlerinden; Demîrî, Akfehsî, Muhammed b. Ebû Bekir İbn Cemâa, İbnü’l-Irâkî, Abdurrahman b. Ömer el-Bulkînî, Muhammed b. Abdüddâim el-Birmâvî, İbn Hacer el-Askalânî, Bedreddin Mahmûd el-Aksarâyî, Nâsırüddin b. Enes el-Mısrî gibi şahsiyetlerden tefsir, fıkıh ve usulü, kelâm, Arap dili ve edebiyatı, mantık dersleri almıştır. Ayrıca Tefsir ve usûlü’d-dîn gibi konularda Bisâtî’nin yanında yetişmiştir.
Son derece vakar sahibi olan Mahallî Rahimehüllâh, yanı sıra üstün zekâ ve muhakeme gücüyle akranları arasında temayüz etmiş farklı ilimlerde eser verecek düzeye erişmiş ve döneminin önde gelen âlimleri arasında yerini almıştır. Güzel kişiliği sayesinde büyük-küçük herkesin hürmetini takdir etmiş ve sevgisini kazanmıştır. Aklî ve naklî İlimlerdeki derinliği sayesinde en ince dinî mevzuları dahi çok kolay bir şekilde çözümler ve anlaşılabilecek şekilde anlatmıştır. Bu yüzden kısa bir zamanda ilimdeki yüksekliği her tarafa yayılmış ve uzak memleketlerden icâzet almaya, fetva sormaya ve ziyarete gelenler olmuştur. Geçimini baba mesleği olan Manifaturacılıkla (kumaş ticaretiyle) sağlayan Mahallî Rahimehüllâh dükkânını vekiline bırakarak kendini tedris ve telif faaliyetlerine vermiştir. Yardım sever bir kişilik sahibi olduğundan fakirleri ve muhtaçları gözetir ve devlet tarafından yardım yapılması için gerekli teşebbüslerde ve tavsiyelerde bulunmuştur. 844 yılından itibaren Berkûkıyye Medresesi’nde dersler vermiş ve 852’den sonra İbn Hacer el-Askalânî’nin yerine Müeyyediyye Medresesi’nde fıkıh okutmuştur. Emr-i bi’l-ma‘rûf ve nehy-i ani’l-münker’e son derece önem veren ve gösterişten uzak duran Mahallî Rahimehüllâh, mümkün mertebe devlet erkânından uzak durmuş; hatta el-Melikü’z-Zâhir Çakmak döneminde yapılan baş kadılık teklifini kabul etmemiştir.
Ömrünü okumak, okutmak ve eser telifleriyle geçiren Celâleddin el-Mahallî; birçok hoca yetiştirmiş ve pek güzide eser kaleme almıştır. İlmi faaliyetlerinin yanı sıra birkaç kere hac vazifesini de ifa etmiştir. Daha sonraları yakalanmış olduğu hastalıktan dolayı 1 muharrem 864 (28 Ekim 1459) tarihinde vefat etmiş ve Kahire’de Bâbünnasr dışındaki aile kabristanına defnedilmiştir. Mevlâ Teâlâ, Onu Rızasıyla ve Daima Rahmet Tecellileriyle Şereflendirsin
Mahallî Rahimehüllâh’ın kaleme almış olduğu eserler; güzel tertip edilmiş, kısa ve özlü, anlaşılır ve güvenilir olmaları bakımından çokça rağbet görmüş ve yayılmıştır. Nadide eserleri şunlardır:
Tefsir, hadis, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı vb. birçok ilim dalında ün yapmış yanı sıra Şâfiî fakihi olarak bilinen Süyûtî Rahimehüllâh, 1 Receb 849’da (3 Ekim 1445) tarihinde ilim merkezlerinden olan Kahire’de doğmuştur. Künyesi ve nisbesiyle beraber tam adı, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es-Süyûtî eş-Şâfiî’dir. Mısır ve Suriye’de hüküm süren Memlûkler devletinin son döneminde Asyût şehrinde yaşamış ve sûfî imamlarından olan büyük dedesine nispetle “Süyûtî” olarak anılmıştır. Kıymetli babası, büyük âlim Kemâleddin Ebû Bekir’dir. Asyût’ta doğmuş ve Kahire’de İbn Hacer el-Askalânî gibi âlimlere talebelik yapmıştır. İlmini tamamladıktan sonra müderrislik, vâizlik ve bunun yanında devrin Mısır Abbâsî Halifesi Müstekfî-Billâh’ın özel imamlığını yapmış, bir müddet Kahire de kadılık vazifesi ifa etmiş ve şerh, ta‘lik, hâşiye türünden eserler kaleme almıştır. Babası, oğlu Süyûtî’nin büyük bir âlim olmasını istemiş ve bu konuda duacı olmakla birlikte onu İbn Hacer el-Askalânî’nin ve devrin âlimlerinin ders halkaları ve ilim meclislerine götürmüştür. Vefat hastalığında ise 5 yaşındaki oğlunu İbnü’l-Hümâm ve Celâleddîn el-Mahallî gibi büyüklere teslim etmiştir. Ailesi hakkında çok bilgi olmamakla beraber annesinin Türk veya Çerkez asıllı bir cariye olduğu belirtilmiştir.
Yaşadığı asırda ve sonrasında dikkatleri çeken, ilmi derinlik, rivayet ve dirayetiyle islâm dünyasında büyük yankı yapan Celâleddin es-Süyûtî (Rahimehullâh); ilmi hayatına Kur’ân öğrenerek başlamış ve öncelikle Cemmâilî’nin ‘Umdetü’l-Ahkâm’ını, Nevevî’nin Minhâcü’t-Tâlibîn’ini, İbn Mâlik’in el-Elfiyye’sini ve Beyzâvî’nin Minhâcü’l-Vüsûl’ünü ezberlemiştir. Ezberlediği ilk üç kitabı 864’te (1460) Sâlih b. Ömer el-Bulkînî, Yahyâ b. Muhammed el-Münâvî gibi hocalara arz etmiş ve iki yıl sonra da Şemseddin es-Sîrâmî’den Arapça okutmak için icâzet almıştır. Pek çok âlimden istifade ederek yetişen İmam Süyûtî (Rahimehullâh), gençlik döneminde çoğu Arap diline ait bazı kitaplara ve meselelere dair şerh, hâşiye vb. eserler yazmıştır. İlk olarak kendisine büyük hayranlık duyduğu hocası Kâdılkudât Sâlih b. Ömer el-Bulkînî’den fetva verme ve ders okutma hususunda (866/1462) senesinde icazet almış ve hocasının da hazır bulunduğu ilk dersini 9 Zilkade 867’de (26 Temmuz 1463) Şeyh-u Camii’nde vermiştir. Ayrıca hocası Bulkînî’nin ölümüne kadar onun derslerine devam etmiştir. Allâme Süyûtî, yapmış olduğu Hac seferinde ve daha sonra çıktığını belirttiği seferi sırasında çeşitli ilim merkezlerine uğramış ve orada bulunan ilim ehlinden yararlanmıştır. Ha keza o bölgelerde ikamet eden ilim erbabı da kendisini tanımış ve ilminden istifade etme imkânı bulmuştur. Celâleddin es-Süyûtî, İslâmî ilimlerin her alanında çokça eser kaleme almış ve günümüzde dahi ilimle iştigal edenlerin müstağni kalamayacağı güzide kitaplar yazmıştır. Şüphesiz onun bu üstün özelliği, kısa zaman zarfında çok eser üretebilecek bir kabiliyete sahip olmasıdır. Bu başarısının sırrı kendisine sorulmuş oda; kütüphanelere, kitaplara ve kitapların muhtevasına yönelik engin bilgi müktesebatını işaret etmiştir. İlim yolunda hayatını vakfettiği çalışmaları ve ilmî şahsiyeti vesilesiyle yaşadığı asrın müceddidi olarak nitelenmiş olan Süyûtî Rahimehullâh, mensubu olduğu Şâfiî mezhebinde “mezhepte müctehid” seviyesinde bir âlim olarak değerlendirilmiştir. Din büyüklerine karşı her zaman hürmetkar olmuş, İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe Rahimehüllâh’a ayrı bir sevgi beslemiş ve onun hakkında hâl tercümesine dair nadide bir eser kaleme almıştır. Aynı şekilde ilim yolunda hayatını vakfettiği çalışmaları ve ilmî şahsiyeti vesilesiyle yaşadığı asrın müceddidi olarak nitelenen Süyûtî Rahimehullâh, ilmî konular çerçevesinde zaman zaman devrinin âlimleriyle de münazaralara bulunmuş; sünnetin teşri‘ kaynağı oluşuna dair temel konu başta olmak üzere, birçok meselede Ehl-i Sünnet’i müdafaa etmiş ve bâtıl görüş sahiplerinin şüphelerini-iddialarını başarıyla çürütmüştür.
İlmiyle âmil, güzel ahlâk sahibi örnek bir şahsiyet olan İmam Süyûtî Rahimehullâh, hilâfet ve sadaretle güzel münasebetler kurmuş ve en yüksek vazifelere getirilerek taltif edilmiştir. Buna rağmen; yüksek mevki ve makamların etkisi altında asla kalmamış, ilmin izzetinden asla ödün vermemiş ve imtiyazlarını (yetkilerini) daima İslâmın yüce kimliğinin muhafazası ve ilim dünyasının salâhiyeti yolunda kullanmıştır. Hayatı boyunca kimseye minnet etmemiş ve vefât ettiğinde terekesinin tescili için devrinin halifesine başvurulduğunda; “O hayatında bizden bir şey kabul etti mi ki, biz de onun terekesine el koyalım?!” diye karşılık vermiştir. Tasavvufî hayatın içinden gelen ve öncelikle büyük dedesi Hümâmüddin’in etkisiyle tasavvufa meyleden Süyûtî Rahimehullâh, büyük bir sûfî imamı olarak tasavvufî meseleleri de kitap ve risalelerinde detaylı bir şekilde ele almış ve bu alan ile alakalı itirazlara iknaî cevaplar vermiştir. Kıymetli eserlerinde verdiği bilgiler ve muhteviyata yaptığı alıntılar vesilesiyle günümüze ulaşmayan birçok eser ve muhteviyat hakkında bilgi sahibi olmamıza da yardımcı olmuş ve imkân sağlamıştır. Bazı kaynaklarda belirtildiğine göre; babası bir kitap getirmesi için annesinden ricada bulunmuş ve İmam Süyûtî (Rahimehullâh)’ın doğumu, annesi kütüphanede bulunduğu sırada gerçekleşmiştir. Bu hâdiseye bağlı olarak “İbnü’l-Kütüb” künyesiyle de anılmıştır. Bu vakıa, onun yüzlerce eser telifi gibi bir berekete nâil olacağına yönelik mânevî bir işaret olarak da değerlendirilmiştir.
Celâleddin es-Süyûtî Rahimehullâh, ömrünün son 5 senesini inzivada geçirmiş ve zâhidâne bir hayat sürdürmüştür. Bütün ömrünü ilim faaliyetleriyle yoğun bir şekilde geçiren yüce allâme; 19 Cemâziyelevvel 911’de (18 Ekim 1505’te) vefât etmiş ve babasının Bâbülkarâfe dışında bulunan kabrinin yanına defnedilmiştir. Sonradan kıymetli annesi tarafından üzerine türbe inşa edilmiş olan kabri, ahşap bir sanduka ile örtülü olup ziyaretgâh olma özelliğini geçmişten günümüze hâlen korumaktadır. Son olarak; İmam Süyûtî’nin mirasıyla ve sağlığında vakfettiği kitaplarıyla annesi ilgilenmiş ve bu kitaplar Osmanlılar’ın Mısır’ı fethi sırasında Ezher Camii’ne götürülmüştür. Kendi eserleri dışındaki bazı kitapları ise aralarında Hanefî fakihi İbnü’ş-Şıhne’nin de bulunduğu zatlar tarafından satın alınmıştır. Mevlâ Teâlâ, Rızasıyla Taltif Etsin, Sevgisiyle Muamele Etsin.
İslâm dünyasında pek çok eser kaleme alarak ün yapmış olan Süyûtî Rahimehüllâh, asrının büyük ilim erbabından çokça istifade etmiştir. Hocalarının sayısını ancak Allah bilir diyerek; kendi ifadesiyle sadece hadis hocalarının sayısı 195 kadardır. Güzide bazı hocaları şunlardır:
Süyûtî Rahimehüllâh, hayatının belirli bir safhasında telif çalışmalarına ağırlık vermesi, Baybarsiyye Hankahı şeyhliğine tayin edilmesi vb. birçok neden den dolayı çok fazla talebesi olmamıştır. Kendisinden ders alan bazı şahsiyetler şunlardır:
Şüphesiz tefsir okumaya başlayan ilim erbabının ilk okuyacağı tefsirlerden biri olan bu güzide eser, yazıldığı günden beri en çok okunan, okutulan, istinsah edilen ve basılan bir tefsir çalışmasıdır. Liyakat sahibi olan Hoca Efendiler tarafından ince bir şekilde işlenerek Türkçe’ye çevrilen Celâleyn Tefsiri, Arapça ve Türkçe sayfa uyumlu bir şekilde dizilerek hazırlanmış, ilim talebelerinin istifadesine sunulmuştur.
İ***** ı****** | |
13 Mayıs 2024 | |