Ürün Kodu: sirac0049
Marka: Siraç Yayınevi
Şemseddin Sivâsî’nin Arap dili âlimi İbn Hişâm en-Nahvî’ye ait olan el-İ‘râb ‘an Kavâ‘idi’l-İ‘râb adlı eseri üzerine kaleme aldığı şerhtir. İbn Hişâm’ın eseri gibi meşhur olan bu kıymetli çalışma, günümüzde daha çok Hallü’l-Me‘âkıd olarak bilinmekte ve özellikle Doğu medreselerinde okutulmaktadır.
İbn Hişâm el-Ensârî’nin “Kavâ‘idü’l-İ‘râb” diye meşhur olan eseri diğer bir kitabı olan Muğni’l-Lebîb ‘an Kütübi’l-E‘ârîb’in muhtasar çalışmasıdır. Dört bölümden oluşan bu eser, içerisinde Arapça’da cümle, şibh-i cümle ve bazı i‘rab gibi konuları işlemektedir.
İbn Hişâm’ın Arap gramerine dair olan eserlerinden bir tanesidir. Müellif, ilk olarak bu eserini 749 yılında Mekke’de kaleme almış ancak Mısır’a dönerken bazı kitaplarıyla birlikte kaybetmiştir.
İkinci olarak 756 tarihinde Mekke’ye gittiğinde daha mükemmel şekilde tekrar yeniden kaleme almıştır.
İbn Hişâm’ın henüz hayatta iken kendisiyle ün kazandığı ve en önemli eseri olan Muğni’l-Lebîb ‘an Kütübi’l-E‘ârîb’i, sekiz bölümden meydana gelmektedir. Özetle içerisinde şu konular işlenmektedir:
İbn Hişâm, nahiv ile ilgili bütün konuları bu eserinde işlemiş ve “Akıllı kimseleri terkip kitaplarından ihtiyaçsız bırakan” adını vermiştir. Böylelikle ilim erbabının nahiv ilminde ve özellikle de cümle tahlillerinde başka nahiv kitaplarından müstağni kıldığını ifade etmiştir.
Aynı zamanda müellif Rahimehüllâh, bu eserinde Arap gramerine dair kaleme alınan kitaplarda takip edilen geleneksel “‘âmil-ma‘mûl-i‘râb” veya “merfû‘ât-mensûbât-mecrûrât-meczûmât” şeklindeki tertibin aksine özgün bir yöntem izlemiştir.
Şöyle ki; konuları müfredler (edatlar/mana harfleri) ve terkipler (cümle, şibhü’l-cümle) şeklinde iki ana kısım ve sekiz alt bölüm halinde işlemiştir.
Ayrıca İbn Hişâm, kelimeleri “fiil, isim, zarf ve harf” olmaları açısından ele almış ve terkipte geçtiğini farz ederek her biri hakkında hüküm vermiştir.
Bu incelemelerini farklı Kur’ân kıraatlerinden, hadis, atasözü ve Arap edebiyatından getirdiği şâhidlerle delillendirip zengin misallerle açıklamıştır.
İbn Hişâm eserinde nahiv konularının yanında sarf, belâgat, kısmen lehçe farklılıkları ve tefsire dair bazı meseleleri de işlemiştir.
Basra ve Kûfe başlıca olmak üzere Bağdat, Mısır ve Endülüs dil mekteplerinin görüşlerini de tarafsız bir şekilde ortaya koymuş ve delilini güçlü bulduğu fikirleri benimsemiş ve tercih etmiştir. Öyle ki; Sîbeveyhi başta olmak üzere Basra mektebine mensup dil âlimlerin görüşlerine ağırlıklı olarak yer vermiş ve bunun yanı sıra Kûfe mektebine mensup dilcilerlerden de Kisâî, Ferrâ, Sa‘leb gibi âlimlerin kabul ettiği veya karşı çıktığı fikirlere de yer vermiştir.
Ayrıca İbn Hişâm eserinde en çok nakilde bulunduğu Zemahşerî ile İbnü’l-Hâcib’in görüşlerinin çoğuna ve Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin görüşlerinin tamamına muhalefet etmiştir. Mısır ve Şam mekteplerinin temsilcisi kabul ettiği İbn Mâlik’in görüşlerinin de çoğunu beğenmekle birlikte bazılarını yadırgamıştır.
İbn Hişâm’ın, i‘rab konusunu sekiz bölümde incelediği ve yüzyıllarca ders kitabı olarak okutulan Muğni’l-Lebîb ‘an Kütübi’l-E‘ârîb eseri, alanında pek çok ilim erbabı tarafından ilgi görmüş ve üzerine birçok şerh, hâşiye, ihtisar ve nazma çekme şeklinde çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalardan bazıları şunlardır:
Arap dili âlimi İbn Hişâm 708 (1309) yılında Kahire’de doğmuştur. Nisbesiyle beraber tam olarak ismi; Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdullâh b. Yûsuf b. Ahmed b. Abdillâh b. Hişâm el-Ensârî el-Mısrî’dir.
Soy cihetinden iki Ensar kabilesinden biri olan Hazrec’e dayandığından Ensârî, Mısır’da doğmuş büyümüş olduğundan Mısrî ve nahivde otorite olduğundan Nahvî nisbesiyle de anılmıştır.
İlk eğitimini Kahire’de başlayan İbn Hişâm, Muhammed İbnü’s-Serrâc, Abdüllatîf b. Murahhal ve Ebû Hayyân el-Endelüsî gibi âlimlerden ders almıştır.
Aynı zamanda Şâfiî fakihi ve muhaddislerinden biri olan Tâcü’t-Tebrîzî’nin derslerine devam etmiş, Tâcü’l-Fâkîhânî’den (onun) Şerhu’l-İşâre’sini okumuş ve Bedreddin İbn Cemâa’dan da kıraate dair eş-Şâtıbiyye’yi okutma icâzeti almıştır.
İbn Hişâm Rahimehüllâh ilim tahsilini bitirdikten sonra, Kahire’deki “el-Kubbetü’l-Mansûriyye Medresesi”ne tefsir hocası olarak tayin edilmiş, ayrıca vefatından beş yıl kadar önce de Hanbelî mezhebini benimseyerek Kahire’deki “el-Medresetü’l-Hanbeliyye”de müderrislik yapmıştır.
İbn Hişâm en-Nahvî, Arap dili ve edebiyatı yanında fıkıh ve tefsir gibi dinî ilimlerde de söz sahibi bir âlimdir. İbn Haldûn, onun nahiv hususunda nahiv ilminin öncülerinden sayılan Sîbeveyhi ve İbn Cinnî gibi âlimlerden sonra bu alanın en büyük üstatlarından biri olduğunu ikrar etmiştir.
Keskin, kıvrak ve eleştirici bir zekaya sahip olmakla beraber disiplinli tertipli ve düzenli çalışmasından ötürü Arap gramerinin bütün inceliklerine vâkıf olma başarısını elde etmiş olan İbn Hişâm, kaleme aldığı eserlerinde genellikle nahivde zirve (otorite) olanların görüşlerine yer vermiş, bunlar arasında tercihler yapmış ve aynı zamanda kendi görüşlerini de ortaya koymuştur.
İbn Hişâm eserlerinde dil ile ilgili delil getirirken başta Kur’ân olmak üzere hadis ve ardından şiir getirerek istişhâd yapmış, bunun yanında kıyas ve ta‘lîl yöntemlerini de kullanmıştır.
Arap dili ve edebiyatı’nda otorite sayılan ve bunun yanında fıkıh ve tefsir gibi dinî ilimlerde de söz sahibi olan İbn Hişâm Rahimehüllâh, 5 Zilkade 761 (1360) tarihinde Kahire’de vefat etmiş, Kahire’nin Nasr Kapısı yanında Sûfiye Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Allah Teâlâ Rahmet Etsin, Cennetiyle Cemaliyle Müşerref Kılsın, Âmin.
Osmanlı döneminde yaşamış, âlim ve şair olmakla beraber daha çok Halvetiyye tarikatının Şemsiyye kolunun kurucusu olarak meşhur olan Şemseddin Sivâsî, 926 (1520) senesinde Tokat’ın Zile kazasında doğmuştur. Adı Ahmed; künyesi Ebü’s-Senâ; lakabı ise Şemseddîn’dir.
Ayrıca esmer olduğundan Kara Şems diye şöhret bulmuştur. Şems-i Tebrîzî ve Akşemseddin ile birlikte Türk-İslâm tarihindeki meşhur üç Şems’ten biridir.
Babası Horasan’dan Zile’ye göç eden Ebü’l-Berekât Muhammed Efendi’dir. Ayrıca muhterem babası Anadolu’da faaliyet gösteren ilk Halvetî şeyhlerinden Habib Karamânî’nin halifelerinden Amasyalı Hacı Hızır’dan hilâfet almış bir kimsedir.
Ahmed Şemseddin Sivâsî, ilk temel öğrenimine Zile’de başlamış ve orada bulunan âlimlerden okumuştur. Daha sonra Tokat’ta bulunan kardeşlerinin yanına gitmiş ve burada Arakiyecizâde Şemseddin Mahvî Efendi başta olmak üzere birçok âlimden de aklî ve naklî ilimleri öğrenerek istifade etmiştir.
Şemseddin Sivâsî Tokat’ta aklî ve naklî ilimleri tahsil ettikten sonra, İstanbul’a gelerek eksik kalan ilim tahsilini tamamlamış ve Sahn-ı Semân medreselerinden birinde müderrislik yapmaya başlamıştır. Ancak müderrisliği çok kısa sürmüştür.
Bir müddet talebe yetiştirmekle meşgul olan Şemseddin Sivâsî, bir gün ziyaret için gittiği kazasker tarafından, müderrislerin aşağılandığını ve onların da ilmin vakarına yakışmayacak şekilde (mevki ve makam için) hareket ettiklerine şahit olmuştur.
Bunun üzerine pek üzülmüş, Fâtih Câmii’ne gelerek iki rek‘at tövbe namazı kılmış ve münacatta bulunmuştur. Burada müderrisliği terk etmesi ve tasavvuf yoluna girmesi gerektiğine karar vermiştir. Kısa bir zaman sonra İstanbul’dan ayrılıp hacca gitmiştir. Hac vazifesini yerine getirdikten sonra Zile’ye dönmüş ve vaizlik yapmaya başlamıştır.
Ahmed Şemseddin Sivâsî, bir müddet sonra Zile’den ayrılarak Amasya’ya geçmiş ve orada babasının şeyhi Hacı Hızır’ın halifesi Muslihuddîn Efendi’ye intisap etmiş ve hizmetinde bulunmuştur. Muhterem Şeyhinin vefatı üzerine önce Tokat’a, ardından Zile’ye dönerek talebe yetiştirmeye devam etmiştir.
Bir ara tekrar Tokat’a geçmiş ve Şeyh Mustafa Kirbâsî Efendi’ye biat etmek istemiştir. Ancak Şeyh Efendi, kendisinin yaşlı olduğunu ikrar etmiş ve altı ay kadar sonra Tokat’a gelecek olan Şeyh Abdülmecid Şirvânî’ye intisap etmesini tavsiye etmiştir.
Şemseddin Sivâsî, bu tavsiyeyi dinlemiş ve bir müddet sonra Tokat’a gelen Halvetî büyüklerinden Şeyh Abdülmecid Şirvanî’ye intisap etmiştir. Şeyhine on sene kadar hizmet ettikten sonra 35 yaşında icazet (hilâfet) almış ve tekrar Zile’ye dönmüştür.
Daha sonra Sivas Valisi Hasan Paşa tarafından (inşa ettirilen) Meydan Camii (Yeni Cami)’ye vâizlik görevi için Sivas’a davet edilmiş, kendisi de Tokat’taki şeyhinin izniyle beraber yaşlı babası, ailesi ve talebelerini de götürmek şartıyla bu daveti kabul etmiştir.
Sivas’a geçtikten sonra kendisi için yaptırılan dergâha yerleşerek vâizliğin yanı sıra bir de tekke açarak zahirî ve batınî ilimleri öğretmek suretiyle irşad faaliyetine başlamış, pek çok talebe ve mürid yetiştirmiştir.
Sivâsî Rahimehüllâh, Sivas’ta uzun yıllar irşad faaliyetini sürdürdükten sonra ömrünün sonlarına doğru III. Mehmed’in daveti üzerine Eğri Seferi ve devamında yapılan Haçova Meydan Muhaberesi’ne de katılmıştır.
Zafer elde edildikten sonra rahatsızlanmış ve bir süre İstanbul’da istirahat etmek zorunda kalmıştır. İyileşince sultanın da izniyle beraber tekrar Sivas’a dönmüş ve döndükten kısa bir müddet sonra 1006 (1597) tarihinde vefat etmiştir.
Cenaze namazı büyük bir kalabalıkla (60.000 civarında kişinin katılmasıyla) Receb Efendi tarafından kıldırılmış ve Meydan Camii hazîresine defnedilmiştir.
Allah Teâlâ Rahmet Eylesin, Cennetiyle Cemaliyle Müşerref Kılsın, Âmin.
Şemseddin Sivâsî’nin Eğri Seferi ve Haçova Meydan Muharebesi’ndeki durumuyla ilgili şöyle bilgiler de kaydedilmiştir: Sultan III. Mehmed’in daveti kendisine gelmeden önce sefer hazırlıklarına başlamış, davet mektubu kendisine ulaşınca hemen İstanbul’a doğru yola koyulmuştur.
İstanbul’a gelince padişah başta olmak üzere devlet ricali ve ulemâ tarafından karşılanmış, saygıda kusur edilmemiştir.
Aynı zamanda asırdaşı olan Aziz Mahmud Hüdâyî ile karşılaşınca kendisine; yaşlı haliyle sefere katılmasının sebebi sorulmuş, Şemseddin Sivâsî de; şimdiye kadar cihâd-ı ekber (büyük cihad) yaparak Peygamber’in sünnetine uyduğunu, fakat cihâd-ı asgara (küçük cihada) katılamadığını, bu yoldan da onun sünnetine uymak arzusunda olduğunu belirtmiştir.
Ayrıca şöyle de yazılmıştır: Şemseddin Sivâsî savaştan önce sultana zaferi müjdelemiş, bunun üzerine sultanın arzusu ile savaşa katılmış ve bir ara harbin en şiddetli anında ordunun bozulma ihtimali baş gösterince, duası ve üstün gayretleri sonucunda savaş kazanılmıştır.
Ahmed Şemseddin Sivâsî vakûr bir şahsiyet sahibi olmakla birlikte velût bir âlimdir. Nitekim pek çok insanı irşad etmiş ve birçok eser de kaleme almıştır.
Yazılan eserlerinden on bir tanesi mensur, diğer on bir tanesi de manzum şeklindedir. Ayrıca Manzum eserlerinin tamamı Türkçe’dir. Mensur eserlerinden de iki tanesi (Arapça) dışında diğerleri Türkçe’dir.
Bu eserler incelendiğinde Şemseddin Sivâsî’nin Arapça’ya ve dinî ilimlere son derece vâkıf olduğu görülmektedir.
Yanı sıra Farsça grameri hakkında risâle yazması, Farsça’dan tercümeler yapması ve Mevlânâ’nın Mesnevî’sini müridlerine okuyup şerh etmesi onun Farsça’yı da güzel bildiğini ortaya koymaktadır. Kıymetli eserleri şöyledir: