رمز المنتج: ismailaga0006
الماركة: İsmailağa Yayınevi
El Fıkhul Ekber: İmamı Azam Ebu Hanife (Rahimehullâh)’ın akaid ile alakalı olan eseridir. Ehl-i Sünnet’in temel inanç meselelerini özet bir şekilde barındırmaktadır. Ebû Hanife (Rahimehullâh) akaidi konu edinen ilme ‘en büyük fıkıh’ manasında el Fıkhul Ekber ismini kullanmaktadır. Bu kıymetli esere İmam Mâtürîdî başta olmak üzere birçok mütekellim şerh yazmıştır. Ebü’l-Müntehâ şerhi (Şerhul Fıkhil Ekber) ise bu şerhlerden en çok önem gören, okunan ve okutulanlardandır.
El Fıkhul Ekber eserinin sahibi, hiç şüphesiz Fıkıh sahasında imam olduğu gibi kelam alanında da imam olan Ebû Hanife (Rahimehullâh)’tır. Kendisine ‘en büyük imam’ manasına gelen İmam-ı Azam ünvanın verilmesi ve İmam-ı Şafii (Rahimehullâh)’ın “İnsanlar fıkıhta Ebu Hanife’nin çocuklarıdır” sözü Ebu Hanife’nin üstün şahsiyetini ve ilmi dirayetini anlamak için yeterlidir. En Büyük İlim (El Fıkhul Ekber): İmamı Azam (Rahimehullâh), inanç meselelerini konu edinen ilmi el Fıkhul Ekber olarak isimlendirmiştir. Aynı şekilde, oğlu Hammâd rivayetiyle gelen akaid risalesi de el Fıkhul Ekber olarak isimlendirilmiştir. Ebû Mutî‘ el-Belhî rivayetine ise el Fıkhul Ebsat denilmektedir. Bu güzide eser (El Fıkhul Ekber)’de, inanç esasları icmali olarak incelenmiştir. Kitabın konularının bazıları şunlardır:
Geçmişten günümüze kadar asırlarca medreselerde okunan ve ilim erbabı için umde haline gelen el Fıkhul Ekber, üzerine birçok şerh kaleme alınmıştır. Şüphesiz ki Ebü’l-Müntehâ şerhi de bunlardan bir tanesidir. Önemle şunu belirtelim ki, El Fıkhul Ekber in Türkiye’de (örn. Beyazıt Devlet Ktp., nr. 3163/3; Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 394/2) ve diğer ülkelerde birçok yazma nüshası bulunmaktadır. El Fıkhul Ekber üzerine yazılan şerhlerden bazıları şunlardır:
Ebu Hanife (Rahimehullâh) 80 (699) yılında Kûfe’de doğmuştur. Asıl adı Nu‘mân olup, nesebi Nu‘mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh’tır. İmamı Azam Ebu Hanife (Rahimehullâh) aslen Arab olmayıp dedelerinin Fars asıllı olduğu rivayet edilmektedir. Yanı sıra babasının Fârisî annesinin ise Hint menşeli olduğu yahut Türk menşeli olduğu da rivayet edilmektedir. “Ebu Hanife” ve “İmamı Azam” olarak şöhret kazanmıştır. Her ne kadar “Ebu Hanife” künyesi olarak zikredilmekteyse de Hammâd oğlundan başka bir çocuğu bulunmamaktadır. Devamlı yanında Hanife denilen bir tür divit (yazı hokkası) taşıması veya Hanif kelimesinin lügat anlamından hareketle “haktan ve istikametten ayrılmayan” bir kimse anlamında kendisine böyle denilmektedir. Kendisine “Büyük İmam” manasına gelen “İmamı Azam” denilmesine gelince akranları veya asırdaşları arasında seçkin bir ilmi otoriteye sahip olmasından dolayıdır.
İmamı Azam (Rahimehullâh)’ın asıl adı Nu‘mân olup 80 yılında Kûfe’de doğmuştur. Ailesi ticaretle uğraşan varlıklı bir aile olup kendisi de ilim öğrenmeye başlamadan önce kumaş tüccarlığı yapmıştır. Küçük yaşlarda Kur’ân’ı Kerîmi ezberlemiş ve kıraat ilmini de kırâat-i seb‘a âlimlerinden olan Âsım b. Behdele’den öğrenmiştir. Ebu Hanife (Rahimehullâh)’ın doğup büyüdüğü yerler olan Kûfe ile Basra şehirleri, konum olarak birçok fakih, dilci, edip, şair ve filozofun da bulunduğu birer ilim merkezi olmakta birlikte siyasî faaliyetlerin yoğun olduğu önemli yerleşim yerlerindendi. Üstün ve parlak bir zekaya sahip olan Ebu Hanife (Rahimehullâh) böyle bir ortamda ticaretle uğraşmaktaydı. Bir gün Ebû Amr eş-Şa‘bî’nin kendisini çağırıp, “Seni zeki, kabiliyetli ve hareketli bir genç olarak görüyorum. İlme ve âlimlerin meclislerine devam etmeyi ihmal etme” demesi üzerine tesirlenip ilim tahsiline yönelmiştir. Öncelikle akaid ve cedel ilmini öğrenmeye başlamıştır. Bu ilimlerde belli bir mesafe aldıktan sonra dönemindeki inkârcı ve bid‘atçılarla münakaşa ve münazara etmiş hepsini susturmuştur. Ebu Hanife (Rahimehullâh) daha sonrasında fıkıh ilmine yönelmiş ve devrindeki birçok ilim erbabıyla (âlimlerle) görüşmüş ve ilimlerinden istifade etmiştir. Hiç şüphesiz asıl hocası ise döneminde Kûfe re’y ekolünün üstadı kabul edilen Hammâd b. Ebû Süleyman’dır. Ebu Hanife (Rahimehullâh)102 yılından itibaren hocasının vefatına kadar on sekiz yıl süreyle ders halkasına devam etmiştir. En seçkin talebeleri arasında yer almış, hocasının bulunmadığı zamanlarda onun yerine vekâleten ders vermiştir. Hocası Hammâd b. Ebû Süleyman’ın 120 yılında ölümü üzerine, kırk yaşlarında iken hocasının yerine geçerek ders okutmaya başlamıştır. Son derece vakarlı, mütevazi, kanaatkâr, cömert, güvenilir, âbid, zâhid ve keskin anlayış sahibi olan İmamı Azam Ebu Hanife (Rahimehullâh), hocasından sonra büyük ders halkası kurmuş ve yetiştirdiği talebelerin sayısı binleri aşmış ve bunlardan kırkının ictihad edecek dereceye ulaştığı belirtilmiştir. İmamı Azam (Rahimehullâh)’ın ilim silsilesi hocası Hammâd’ın aracılığıyla İbrâhim en-Nehaî ve üste doğru Ebû Amr eş-Şa‘bî’den, dolayısıyla Mesrûk b. Ecda‘, Kâdî Şüreyh, Esved b. Yezîd ve Alkame b. Kays’tan, bunların ilimleri de Sahâbe Kirâm’ın en fakihlerinden olan Hazreti Ömer, Ali, Abdullah b. Mes‘ûd ve Abdullah b. Abbâs (Radıyallâhü Anhüm)’dan gelmektedir. Ebu Hanife (Rahimehullâh), Basra, Kûfe ve Irak bölgesinin ileri gelen üstatlarının hadis ve fıkıh meclislerine zaman zaman iştirak etmiş, yüze yakın Tâbiîn âlimiyle görüşmüş ve birçok kimseden hadis dinlemiştir.
Ebu Hanife (Rahimehullâh) başkalarının görüşlerine karşı her zaman hoş görülü olmuş, kendi ictihadının doğruluğunda tartışmaya imkân vermeyen bir taassup göstermemiştir. Derslerinde herkese söz hakkı verir, aykırı görüşleri dinler, öğrencilerini kendi kanaatlerini benimsemeye zorlamamıştır. İlmi münazara sonunda vardığı netice için: “Bizim kanaatimizce ulaşabildiğimiz en güzel (en uygun) görüş budur. Bu görüşten daha iyisini biri bulursa şüphe yok ki doğru olan o kimsenin görüşüdür” diyerek diğer görüşlere de anlayışla bakar ve ilmî araştırmayı devam ettirmeyi teşvik ederdi.
İmamı Azam Ebu Hanife (Rahimehullâh)’ın “Biz öncelikle Allah’ın kitabına bakarız. Onda bulamazsak Hazreti Peygamber’in sünnetine bakarız. Orada da bir şey bulamazsak ashâbın ittifak ettiğini benimseriz, ihtilâf etmişlerse dilediğimizin görüşünü alırız. Başkalarının görüşlerini onlara tercih etmeyiz. Ancak Hasan-ı Basrî, İbrâhim en-Nehaî, Saîd b. Müseyyeb gibi Tâbiîn âlimlerine gelince onların ictihadlarına bağlı kalmayız. Onlar gibi biz de ictihadda bulunuruz. Aralarında ortak (müşterek) illet bulununca hükmü diğer bir hükme kıyas ederiz” bu sözünden ictihad metodu açık olarak anlaşılmaktadır.
Ebu Hanife (Rahimehullâh)’ın ömründen 52 yılı Emevîler ve 18 yılı da Abbâsîler döneminde geçmiştir. Elbette bu zaman zarfında birçok hadiselere tanıklık etmiştir. Ehl-i beyt’e karşı son derece muhabbet duyar ve Ali (Radıyallâhü Anh)’ın soyundan gelenlere özellikle pek sevgi beslemiştir. Bunun içindir ki Emevîler’in Ehl-i beyt’e karşı tutumu sertleşince onları açıkça tenkit etmekten çekinmemiş, hatta Zeyd b. Ali’nin 121 yılında Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik’e karşı başlattığı ayaklanmayı hem maddî olarak hem de fetvalarıyla mânen desteklemiştir. Büyük hadiseler cereyan ederken Emevîlerin son halifesi 2 Mervân tarafından kendisine Kûfe kâdîlığı teklif edilmiş, her türlü baskıya rağmen kabul etmeyince de hapsedilmiş ve dövülmüştür. Bir ara kendisine zaman tanınarak hapisten çıkartılmış o da bunun üzerine Mekke’ye gitmiş ve hilâfet Abbâsîler’e intikal edinceye kadar orada kalmıştır. Kûfe’ye dönünce Ebü’l-Abbâs es-Seffâh’a biat etmiş, ancak karışıklığın sürdüğünü görünce tekrar Mekke’ye dönmüştür. Son olarak Halife Mansûr zamanında ortalık yatışınca Kûfe’ye gelmiş ve eskisi gibi ders vermeye devam etmiştir. Bir zaman sonra Abbâsîler’in yapmış oldukları zulümlere ve yersiz bazı tutumlarını tenkit etmekte iken daha sonraları ise Abbâsî hilâfetine karşı açıkça tavır almıştır. Halife Mansûr da kendisine Bağdat şehrinin kâdîlığını teklif etmiştir. Ebu Hanife’de asla bunu kabul etmemiş ve sonuç olarak Bağdat’ta hapse atılmış, işkence edilmiş ve dövülmüştür. Ebu Hanife (Rahimehullâh) hapishanede ağır bir şekilde hastalanınca Halife Mansûr onun öleceğinden korkmuş ve hapishaneden çıkartmıştır. Hapishaneden çıktıktan kısa bir zaman sonra 150 yılının Şâban ayında Bağdat’ta vefat etmiştir. Allah Teâlâ O’na Rahmet Eylesin, En Yüksek Dereceler ve Makamlar İkram Etsin. Âmin.
El Fıkhül Ekber’in en meşhur şerhlerinden biri olan Ebü’l-Müntehâ şerhi, okuyucuyu yoracak kadar uzun olmadığı gibi, onun metindeki muradı anlaması hususunda yetersiz kalacak kadar da kısa değildir. Bu nedenle şerhler arasında en çok tutulanlardan birisi olmuştur. Öyle ki Osmanlı döneminde çok okunan eserler arasına girmiştir. Müellif Ebü’l-Müntehâ Ahmed b. Muhammed el-Mağnisâvî (Rahimehullâh) mukaddimede şöyle yazmıştır: “İmamı Azam’ın kitabı olan el Fıkhul Ekber sahih ve makbul bir kitaptır. Bu kıymetli ve latif kitaba şerh olması için Kitap ve Sünnet’ten ve muteber kitaplardan bazı kelimeleri toplamak istedim.” [caption id="attachment_20939" align="alignnone" width="598"] El Fıkhul Ekber El Yazması[/caption]
Netice olarak eser, Ehl-i Sünnet akîdesinin icmâlî sabitelerini menbaından öğrenmek isteyenler için vazgeçilmez olma gibi bir niteliğe sahiptir.